Hasan Çelik Kerbelaʼdan ‟Körˮ belaya...

 

            Kerbela Olayı, sadece Müslüman âleminin değil, tüm insanlığın hatırlamak istemediği, insanlık tarihinin bu acı karşısında ortak paydada buluştuğu üzücü ve bir o kadar da düşündürücü bir olaydır. Bu olayı düşündürücü hale getiren, sadece Hz. Hüseyin ve 72 yareninin şehit edilmelerinden öte; kıvılcımlarını daha eskilere, iktidar mücadelelerine, Hz. Ali’nin şehit edilişine kadar uzanan ve bu olayla birlikte son haddine ulaşan, yeni ve sancılı bir dönemin başlamış olduğu gerçeğidir. Bu gerçekten hareketle, insanlar çeşitli gruplara ve mezheplere ayrılmak suretiyle dinlerini yaşamaya ve yaşatmaya çalışmışlardır.

         Hz. Hüseyinʼin Kerbela Çölü’nde o kavurucu sıcakta, Fırat   Nehri’nin yakınında olmasına karşın aç susuz bırakılması, annelerin bu yüzden çocuklarını bile emzirememesi, bu mücadelenin ne kadar adaletsiz olduğunun en büyük ispatıdır.

         Yezidʼin iktidar hırsını, Hz. Hüseyinʼin şehit edilişi bile dindirememiştir. İmam Hüseyinʼin mübarek kafasını bir tepsiye koydurarak önüne getirttirmesi ve “Benim dedem ve babam senin deden ve babandan daha hayırlıydı” demesi bu iktidar hırsının onu ne hale getirdiğinin en açık delilidir.

         Bu mücadele iki önemli kavramı da öne çıkarmıştır: iyilik ve kötülük. Yezid kötülüğü temsil ederken, Hz. Hüseyin ise iyiliği ve haklılığı temsil etmektedir. Bunun en önemli kanıtı, İslâm dünyasında ‟Yezidˮ isminin, çocuklara verilmemesi ve bu ismin hakaret anlamı taşımasıdır.

         Peygamber soyuna ve taraftarlarına yapılan bu haksızlıklar ve zulümler, İslâm âlemini derinden etkilemiş; bugün bile etkileri devam etmektedir.

         Bu etki tarihi ve kültürel olmak üzere bir takım sonuçlar doğurmakla birlikte, edebiyat, tarih, sosyoloji, İslâm bilimleri vb. sosyal bilimlerde geniş yankı uyandırmış ve farklı bakış açılarıyla yorumlanmıştır. Ama bu bilimlerin hepsinde ortak kaygı olarak, Kutlu Peygamberin torunu Hz. Hüseyinʼin şehit edilişinin hüznünün işlenmesi vardır.

         Aslında haksızlığın karşısında ki direncin  sembolü olan Hz. Hüseyin’e yakılan ağıtlar, Anadolu’da sevdiğini kaybeden her insanın yaktığı ağıtlar kadar samimi ve bir o kadar da duygusaldır. Hz. Hüseyin ailemizin içindedir ve acısı tarihin silemeyeceği kadar taze ve derindir.

***

         Alevî-Bektaşî cemlerinde ‟delilˮler (çerağlar) söndürülmez sadece ‟uyutulurˮ ve vakti gelince tekrar uyandırılır. Çünkü tevhit nazarı tüm cihanı kaplamıştır ve o delil (çerağ/ışık) ümidin en büyük işaretidir... Zaman, hakaretlerini ağırlaştırdığı vakitler bile Alevî-Bektaşî tarikatına mensup canlar  ümitlerini yitirmemiş ve o tevhit ışığına sarılmışlardır... Kerbela'da ki delil (ışık veya ümit) ise İmam Zeynel Âbidin (4.imam) olmuştur. Küçük yaşta ve hasta olması Oʼnu Yezidʼin kılıcından kurtarmış ve yaşadığı dönemde ‟ebter (soyu kesik)ˮ hakaretlerine muhatap olan Hz. Peygamberin, o kutlu nesli böylece devam etmiştir.  

***

         Mevlana Hazretleri şöyle buyurmuşlardır: ‟Neyi arıyorsan, sen Oʼsun.ˮ Şüphesiz ki kişi aradıklarında ve ulaştıklarında manasını idrak eder. İmam Hüseyin, tarihsel kimliği gereği kirlilik katılmamış bir İslâmî yorumun yaşadığı dönemde ki en büyük temsilcisidir. Kendinden önce haksızlıklara uğrayan ve Yezidʼin entrikalarına boyun eğen eşi tarafından zehirlenerek Hakkʼa yürüyen ağabeyi İmam Hasanʼın, tüm sıkıntılarına rağmen barışı koruması ve kan dökülmesine karşı olan tavrını aynen İmam Hüseyinʼde devam ettirmiştir. Çünkü bugün Alevî canların dergahlarında yazılı olan ve bir ahlâk ilkesi olmaktan daha çok yaşamlarına sirayet eden şu kuralı babaları Hz. Ali kendilerine miras bırakmıştı: BİN KERE MAZLUM OLSANDA, BİR KERE ZALİM OLMA!..ˮ

***

         Devran usul usul ilerlerken, Muaviye koltuğunu oğlu Yezidʼe bırakmış ve o makam artık saltanat usulü yürütülmeye başlamıştır. Evlâd-ı Resül neslini her daim tehlike ve karşılarına dikilecek bir otorite olarak gören Yezid ve taraftarları zaten İmam Hüseyinʼin varlığından baştan beri rahatsızlık duymaktaydılar. Çünkü Hüseyinʼin var olması Yezid saltanatının meşruiyeti açısından bir tehlikedir... İmam Hüseyin, zulme farklı şekillerde direndi. Artık nefes alamayacağını hissedince ve Küfeʼden gelen talepleri de düşünerek yola çıktı. Bilgisi ve ileri görüşlülüğüyle aslında yolun sonunda nelerin olacağını önceden görebilmişti. Ama dedesi -alemlere rahmet- Hz. Muhammed (sav.)ʼin ve babası Hz. Aliʼnin manevi mirası ona tercih olarak tek bir istikameti göstermekteydi: Zalime ve haksızlığa karşı koymak!..ˮ

***

         Kerbela, cehaletin ve hırsın, mazlumiyet ve vicdandan daha örgütlü olduğu yerin adıdır. Bu örgütlenme öylesine iğrenç ve karanlıktır ki Kerbela adete ‟kör-belaˮdır... Ve o körlük yazar Ahmet Turgutʼun ifadelerine şöyle yansır: ‟Kerbela; akıl ve nefsin iş birliği yaparak VİCDANʼı öldürdüğü yerdir..ˮ Onun için tarih İmam Hüseyinʼe çok şey borçludur çünkü İmam Hüseyin vicdanları diri tutan yegane güçtür...

***

         Diplomasız erler yetiştiren ve irfân okullarını pek de bilmediğimiz Alevî ve Bektaşî toplumu, yüzyıllardır İmam Hüseyinʼi ‟diriˮ tutmanın gayretindedirler. Mazlumluğu miras almış bu toplumlar, tarihin farklı evrelerinde bir çok Kerbela yaşadılar ve ne yazık ki yaşamaya da devam ediyorlar! Bugün, Türkiye hudutlarında yaşayan herkesin bir vicdan telakkisine ihtiyacı vardır. Şunu iyi biliyorum, İmam Hüseyin sadece Alevî toplumunun değeri değildir/ olmamalıdır da! Aynı bahçenin gülü olmak, aynı topraktan beslenmek ve aynı güneşi görmek bunu gerektirir. ‟Hepimiz kardeşizˮ cümlesine sığınmıyorum!.. Biri birimizi anlamak için akraba olmamıza gerek de yok. Saygı ve insanlık ölçüleri apaçık ortada. İmam Hüseyin, Hakkʼın ve mazlumluğun rengi gibi bembeyaz; Yezid, şehvetin ve nefsin istekleri gibi simsiyah... Ya beyazlığı tercih edeceksiniz ya da siyahlığı? Belki ‟griˮ olmak isteyenlerde vardır! Zaten insanlık ne acı yaşadıysa hep ‟griˮlerden dolayı yaşadı!.. Ehl-i Beytʼi sevmek; saf , beyaz ve kirlenmemiş olmaktır. Griʼnin manası yoktur, zaman ve güç neyi gerektirirse ona dönüşür. İmam Hüseyinʼin acısının arkasında da hep gri fikirli insanlar vardı...

***

         Şimdi yeni cümleler söylemenin tam zamanı... Matem-i Muharrem manasıyla yaşatılıyor, gücü yeten Hakkʼa ve nefsine oruç bağışlıyor. İnsanlar yaşadıkça ve nefisler var oldukça Kerbelaʼlar bitmeyecektir. Ama vicdanlarını diri tutanların yolları  bir daha Kerbelaʼdan geçmeyecektir. Onlar İmam Hüseyinʼi de Kerbelaʼyı da anlamışlardır, anlayanlara binlerce kez âşk olsun... Muharrem ayı, iradelerinizi kör kuyulardan çıkarmanın mevsimidir. Tüm insanlık ya bu ‟kör-belaˮnın üstesinden gelecektir ya da o ‟kör-belaˮya mahkum vicdanlarını hep öksüz büyütecektir...

         Karar hepimizin:

         Ya Kerbelaʼyı anlayacağız ya da o ‟kör-belaˮyı ömür boyu vicdanımızda taşıyacağız!..

 

Gazeteci&Yazar Hasan Çelik'in Yazısı; Kerbelaʼdan Körˮbelaya...