MUHARREM SOHBETLERİ - AH KERBELA

Düştü Hüseyin sahray-ı Kerbela’ya

Cibril git haber ver sultan-ı enbiyaya.

(Kazım Paşa)

    Ahh Kerbela… Can Kerbela… Yan Kerbela… Kıyımdan sonra insanların topluca oturup ağlayıp yas tuttuğu, gözyaşı döktüğü Kerbela. Yüzlerce yıl geçmiş olmasına rağmen acıların taptaze yaşandığı, kanayan yaraların dinmediği kerbela. Acılarının kendi acıları olarak kabullenilip figanların, ağıtların yakıldığı Kerbela. İmam Hüseyin’in ve masumların kanının çöllere aktığı ve her kum tanesinin savrularak yüreğimize ateş düşürdüğü Kerbela… Yiğitliğin, mertliğin, yüceliğin destanı Kerbela. Bir damla su için kollarını, kanatlarını veren yiğit Abbas’ın toprağa düştüğü Kerbela…

Ahhh Kerbü Bela ahhhh!

          Özümüzün sorgulanma zamanıdır şimdi. Kaldırın başlarınızı durun dara; fırsat eldeyken, can nefes alıyorken, dil konuşuyorken, ayak tutuyorken, kaldırın onurlu başlarınızı. Yaşam nedir ki, göz açıp kapanıncaya kadar gelip geçiyor. Bir mum misali eriyerek ışık verin, yoksa kendi kendinize yok  olur gidersiniz!

 Nasıl bir yaşam, nasıl bir insan?

 İnsan olarak yaratılıştaki soylulukla mı yaşamınıza renk vereceksiniz? Yoksa nefsin esaretinde bir ömür mü geçireceksiniz? Verin hesabınızı özünüzdeki Hakk’a… Durun Mansur gibi dara. Hüseyin olun, Ali Ekber olun, Abbas olun. Bir mum yakın onların aşkına… Gün, dara durup, içsel yolculuk yapmanın zamanıdır. Muharrem ayını farklılaştırın. Değerlerinize Hüseyin’in soyluluğunu katın. Katın ki yüzyıllardır lânetle anılan nâmertliğin timsali Yezit olmayasınız.

            Alevilikte iki sembol vardır; Biri, nefsin yani kötülüklerin temsili; Yezitlik. Diğeri, rahmani ruhumuzu, diğer bir deyimle de aklımızın temsili; Hüseynilik. Bir gönülde iki sultan olmayacağına göre, hangisi? Hangisini seçeceğiz? Hangi değerleri sahiplenip yaşamımıza geçireceğiz?

Hangisini sultan yapacağız?

Allah deyince yüreğinizde coşan nedir? Hangi fiillerimizle Allah’a yakınlaşıp, dost olmalıyız? “Demiri çeliğe dönüştüren, ateşle olan imtihanıdır,” derlerdi atalarımız. Her acı olay bir ateştir, yakar, kavurur düştüğü yeri. Ateşle sınanıp direncimizi arttırmalı, ruhumuzu arındırmalıyız. Pişmeli, olgunlaşmalıyız. Özümüzü saflaştırıp, kâmil insan olmalıyız.

 Aleviler, Yunus misali cennet, huri, gılman peşinde değillerdir. Bunları da aramazlar, mükâfat veya ödül olsun diye bunları talep etmeyiz. Ananın evladındaki karşılıksız sevgiyle O’nu ararlar. Nerededir, nerede aramalı, dağda, taşta mı? Hayır, O bizdedir ama O’nu da ancak arayanlar bulabilir. Onun için Pirimiz Hacı Bektaş Veli, “Ara bul,” demiştir.

 Arayan mutlak bulacaktır, bulduğuyla da dost olacaktır! Dostlukla birlikte, “varlığın birliği” yani tevhid başlayacaktır. Birlikte de ikilik olmaz. Ayrılık, gayrilik kendiliğinden ortadan kalkar. Deryada dalga olup sonra da deryaya karışmak gibi. Bu halle âleme baktığınızda tüm varlık dost olacaktır sizlere. Düşman yok ki kin, kibir, cebir, şiddet uygulayasın.

Kur’an’ın hiçbir ayetinde diğer bir deyimle tek Tanrılı dinlerin hiçbir kutsal kitabında, “Şer Allah’tandır” diye bir metin yoktur. Rahman olan, rahmetin kaynağı, esirgeyici, bağışlayıcı Tanrı hâşâ şerrin kaynağı olabilir mi? O iyiliklerin, güzelliklerin bitmez tükenmez kaynağıdır.

Şer nefsimizdendir, iyilikler ve güzellikler ise Allah’tandır.

Her türlü kötü niyetlerin içinde olan insan Allah’tan rahmet dileyemez. Dilese de, yaptıklarıyla diledikleri birbirinin zıddı olacağından bir anlamı olmayacaktır. Allah tüccar mı ki, onunla pazarlık edilsin?  Allah tüccar mı ki defterinin bir köşesine günah hanesini, bir köşesine sevap hanesini yazıp tartsın? Allah, muhteşem bir güzellikler bütünü, kaynağı kesilmeyen nur, sonsuz merhamet ve rahmettir. O, nur ala nurdur. Sönmeyen bir kandildir. O kandilde tüm âlemi kapsar. Şimdi bizler, kötülüklerin içinde olarak, nefsimiz ile savaşa girmeyip, başkalarını düşman görerek, zulüm ederek, inancımızın korkularının esiri olarak, Allah’la hangi yüzle, hangi gönülle dost olup, hasbihal edebiliriz?

 Cahil ahiretin müfettişliğini yapmaya kalkışır. Allah’ın eli baltalı zebaniliğine soyunur ve zulüm makinesi olur.  Bütün yanlış fiillerini de Allah’a isnat eder. Yüceler yücesi Allah, hâşâ bin kere hâşâ, katiller ordusu kurup, komutanı da kendisi mi oldu ki kötülüklerin kaynağı olsun?  Bütün dinlerin hedeflediği nokta kemâleti yakalamış, hayırlar içinde yoğrulmuş insan yaratmak. O kemâlet içindeki insan, Allah’a sevgi ve aşk ile yaklaşır. O’nda güzelliklerin ve iyiliklerin nurunu görür. Biri zulüm yaparak Allah’a ulaşmaya, diğeri ise sürekli iyilikler ve hayırlar üreterek,  insana hizmet ederek, Allah’a ulaşmaya çalışır. İşte Yezitlik ve Hüseyniliğin ayrışımı budur. İyiliklere büründürülmüş bir dünya veya kötülüklerde boğuştuğumuz bir yaşam. Allah iradesi hangisini ister ve kabullenir?

Karanlıklar aydınlansın, gerçeğe ulaşsın diye cemlerimizde çerağ yakarız. Yaratılanı yaratandan dolayı sevenlerin, yaratılmışa kini, kibiri, cebiri, şiddeti mi olur? Kin, kibir, şiddet kişide mevcutsa bu kişinin Aleviliği olmaz! İnancımız, bu fiilleri yasaklamıştır. “İncinsek de incitmemeyi” bilmeliyiz.

Her varlıkta Tanrı’yı gören, varlığın birliğini dileyen, “Lâ mevcuda illâllah” diyen gönül, kıyar mı cana, mala? Kul hakkına tecavüz eder mi? Elin namusuna kem gözle bakar mı? Varlığımızın yegane teminatı olan doğayı katleder mi? Tanrı yarattı diye kurda, kuşa, geyiğe, zevk olsun diye kurşun atar mı; yıkar mı kişinin ocağını, aşını, işini? Bütün mesele varlıklarla dost olmayı bilmektir. Dost olursan, dost olarak yaşarsan, düşman ve düşmanlık da kendiliğinden yok olur. Yani işin başı tevella. Tevella diyen gönül kendiliğinden teberrayı reddeder. Sevgi ile nefret birlikte bir gönülde taşınmaz. Sevginin olduğu yerde nefret, nefretin olduğu yerde sevgi olmaz. Ormanla dost olmayan, ormanın parçası olamaz.

      İşte biz Aleviler, her Aşura’da özümü dara çeker, özümüze yolculuk yaparız. Özümüzde bunu sorgularken yiğit İmam Hüseyin’in haklı davasını zalimlere ve karanlığa kendilerini hapsedenlere de haykırır, deriz ki; “Vücut Kerbelasın da yezitlik yapabilecek nefsinizi, o rahmani ruhunuz olan Hüseyin’e boyun eğdirip, hürlüğü kazandırın. “Zıbh-i azim’in” manasını bilin ve yüce kurban sırrına vakıf olun.”

         Ama ne yazık ki zahir uleması bunu anlamadı, yüce kurbanı büsbütün unutturmak için de gökten indirilmiş hayali bir kınalı-telli koç getirip yüce kitabımızı da tahrip edip,  Alemlerin rahmeti Hz. Muhammed’i de ağlattılar.

        Oysa Cenab-ı Allah, öyle bir kurban istiyordu ki; dedesi alemlerin rahmeti Muhammed Mustafa olsun, babası velilik ve imamet makamının emir-il mümini olsun, anası cennet seyyidesi Fatıma-ı Zehra  ve kardeşi de cennet kuzusu Hz. İmam Hasan olsun. Ve bu kurbana melekler bile yas tutsun. 

    Ne yazık ki, Rabbin sevgilisini ve Kerbelayı tam olarak unutturabilmek için neler yaptılar, neler!...

Ama unutturamadılar ve de unutturamayacaklardır. 

Hüseyin’in kutlu kanının kerbela da niçin döküldüğünü bilmek ve Hüseyin’i öyle sevmek gerekiyor. İmam Hüseyin’i sevmek demek, dedesi Muhammed Mustafa’nın ve babası İmam Aliyyel Murtaza’nın yakmış oldukları ışığın sönmemesine destek vermektir. Onlar, canları pahasına, Hakk için, adalet için,  insanca ve korkusuzca yaşamanın onuru için, kul hakkının korunması için, şahadet şerbetini içmişlerdir.

            İmam Hüseyin’e bu onurlu yaşam, babası İmam Ali’yel Murtaza’dan kalmıştır; “Haksızlığa boyun eğmeyin, hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz.” O da canı pahasına haksızlığa boyun eğmemiştir.

 İmam Hüseyin’in kavgası hilafet kavgası değil; “Emânetin ehline” verilmesi  kavgasıdır.

Hayrın ve şerrin kavgasıdır.

Nerede insanlığın kurtuluşu için, zalimin zulmüne karşı başkaldırı varsa, orada imam Hüseyin’de kutlu kanı vardır. Orada birlik Aşurası kaynıyordur.

Hz. Mevlana; “Dostum, ben senim, sende bensin. Kendini bırakıp da gitme kendinden, kendini başkası sanıp da sürme kapından. Gölge gibi senden hiç ayrılmayan biri varsa o da benim! Kendi gölgene çekme hançerini.”

         Ahh Hüseyin’im! sevenlerine zulüm bitmedi. Bizlerin gölgesine değil, yüreğimizin taa derinliklerine çektiler o sivri hançerlerini! O hançerin yarası yüzyıllardır kanamaya  devam ediyor. Haksızlıklar giderilmedi, adalet tecelli etmedi. Halen inancımız ve inanç merkezlerimizin yasallığı tartışılıyor. Zulüm aynı zulüm, yüreklerimizi boşaltmak istiyorlar. Eğer sevecekseniz, Yezit’i de, Muaviye’yide sevginize ortak edip “Hazret” edeceksiniz diyorlar.

 “Yirmi beş milyon insanın nedir suçu?” Hüseyin’i sevmek ve ondan yana olmaktır. Bu suçu da son nefesimize kadar sazlarımızı çalıp, kadın, erkek bir arada, kardeşçe cemler yapıp, semahlar dönüp, dizlerimiz kanayıncaya dek tevhidler yapıp, imam Hüseyin’e ağıtlar yakıp, ya Hakk diyerek haksızlıklara karşı duracağız. Haksızlıklar, adaletsizlikler çözülmedikçe, hançerin yarası da yüreğimizde kanamaya devam edecek, muharrem ayının da matemi bitmeyecektir.                                  

Selam olsun alemlerin râhmetine…

Selam olsun alemlerin velâyeti İmam Ali’ye...

Selam olsun  İmam Hasan’a…

Selam olsun şehitler şahı İmam Hüseyin’e…

Selam olsun Bedir den Kerbelaya, Kerbela’dan  Çanakkale’ye…  

 Ve Mustafa Kemal’e ve  tüm şehitlerimize…

 Ve selam olsun cümlenize…

 Cümle insanlığa…