Musahiplik Nedir, Kimden Kaldı? / 27 Şubat 2024, Salı

Anadolu Aleviliği, Ehli Beyt yoludur. Bu yol Peygamberimiz Muhammed Mustafa'nın ve Ali'yel Murtaza'nın yoludur. Yol İslam içinde gönülle Hakk'a giden yoldur. Bu yol, bugünkü düşünce ile İslam'ın mistik (gizemci) düşüncesi olan tasavvuf bölümüdür. Kısaca izah edecek olursak, İslam'ın Sünni şeriatından farklı yorumudur. Anadolu Aleviliğinde, toplumsal yapının birliğini muhafaza eden, cem erkânıdır. Anadolu topraklarında yaşayan her Alevi toplumu, yapısına ve yöresel kültürüne uygun bir düzenleme yapması ile birlikte Allah, Muhammed, Ali kutsallığı, Ehli Beyt sevgisi, inancın nirengi noktasıdır. Halka hizmeti, Hakk'a hizmet bilmektedir. Eline, diline, beline sahip olma kuralları ortak düşüncemizdir. Her ne kadar ufak tefek ayrımlar olsa da tapınma ve inanç özü aynı şekilde devam etmiştir.

Anadolu Aleviliği, bir ahlâk, karakter, saygı, sevgi, özgürlük ve mutluluk yoludur. Bu yola girmenin, yetişmenin, eğitim görmenin, aklanmanın yeri de cem erkânlarıdır. Cemde, Pir, Mürşit, Rehber yönetiminde yapılır. Barışı, birliği, sevgiyi, dostluğu sağlayan ve yöneten, hükmeden, koruyanda Pir'lerdir.

Mürşit, Pir, Rehber, Dede, Baba, Anadolu Aleviliğinde Pir'ler toplumudur. Tıpkı bir petekteki arılar gibi birlikte bal yapmalarına benzer.

Alevi inancında olgunluk, kemâlet önemlidir. Bu olgunluğa sahip olmak için de musahip tutarak, edep erkân içinde ikrar vererek bir Mürşit'ten, bir Pir'den irşat olmak gerekir.

Yola ve erkâna girip irşat olmak için de, evvela bir musahip tutmak gereklidir. Evli olan iki çiftin, Pir huzurunda ikrar vererek yol kardeşi olmalarına "Musahiplik" denir. Musahip olan çiftler birbirlerini iyi tanımalılar. Ekonomik güçleri aynı seviyede olmasa da, inançta, fikirde, ilimde, kültürde aynı seviyede olmaları ve birbirlerini sevmeleri, saymaları önemli ölçüde gereklidir. Yaşadıkları köyler, kentler yakın olmalı, her zaman birbirlerinin yardımına koşacak imkânları olmalı. Biri diğerinin derdini, kederini, sevincini her zaman herkesten önce paylaşmalıdır. Bunun kısaca anlamı, "Maddi ve manevi yardımlaşmada, bir birlerinin sigortası" olmaktır.

Müsahiplik, kur’an’da belirtildiği gibi farz kılınmış kutsal bir değerdir. Hz. Muhammed’in, Mekke’den medine’ye hicreti sırasında, beraberinde gelen göçmen muacirlerin maddi hiçbir varlık yoktu. Medine yerlileri Hz. Muhammed için mallarını, canlarını seve seve vereceklerine yemin etmişlerdi. Fakat yalnız Hz. Muhammed ile gelen göçmenlerle kalmıyordu. Geride, Mekke’de diğer köy ve kasabalarda olan Müslümanlar, baskı ve zulüm gördükçe oralardan kaçarak Medine’ye geliyorlardı. Medine’ye gelen göç medine yerlilerinin birkaç katına ulaşmıştı. Bu göçmenlerin gelmesi, Medine’de iki farklı toplum meydana getirmişti. Birincisi varlıklı toplum, ikincisi tüketici fakir bir toplum.

Hz. Muhammed, Medine'ye hicret ettikten sonra, bir yandan halk Müslüman olmaya davet ederken, diğer bir yandan da Mescidi Nebevviye'nin yapımı ile meşgul oluyordu. Mescidin bitmesi için kendisinin de bedene çalıştığını tarihler yazar. Diğer bir taraftan da, kızı Fatima'nın ergenlik çağına gelmiş olması, ona talip olup isteyenler ile meşgul oluyordu. Bunla yetmezmiş gibi, Ebu Sufyan'ın 30 bin kişilik bir ordu ile Medine'nin üzerine gelmişti. (Bedir savaşı). Medine'deki ilk iki senenin, hayli sıkıntılı ve zor günler geçirmesinin sebeplerinden biri de Bedir savaşı olmuştur. Neticede Fatima'yı, Hz. Ali ile evlendirir. Mescidi Nebevviye'nin yapımın bitirir. 30 bin kişilik Ebu Sufyan'ın ordusuna karşı, 3 bin kişilik sivil halk ile Bedir savaşını kazanır. En önemlisi de Medine ve civarında olan halkın birçoğuna Müslümanlığı kabul ettirmişti. Halkın sevgisini, güvenini ve itimadını kazanmıştı.

Fakat bu zaman içerisinde de Medine'de büyük bir yoksulluk baş göstermişti. Hz. Muhammed, bu yoksulluğa çare aramak için derin derin düşünürken, tam o sırada şu ayetler gelmeye başlıyor

Tövbe Suresi ayet 100: "İyilik karşısında önceliği kazanan Muhacirler ile Ensar'dan Allah hoşnut olmuştur. Onlar da Allah'tan hoşnutturlar. Allah, onları mükâfatlandıracaktır."

Hücürat Suresi ayet 10: "Şüphesiz müminler birbirleri ile kardeştirler. Dargın olan kardeşlerinizin aralarını düzeltin ve yardımlaşın. Allah sakının ki esirgenesiniz."

Bu ayetler her ne kadar manevi güç veriyorlarsa da, ortada gerçek olan bir yoksulluk günden güne artıyordu. Hicretin ikinci yılının son yarılarına gelinmişti ki, Medine yoksul Müslümanlar ile dolmuş taşmıştı. Ensar, Hz. Muhammed'e verdiği sözü fazlasıyla yerine getirmeye çalışıyordu. Fakat tüketici, üreticiden birkaç daha kat fazlalaşmıştı. Tamamen tüketici olan bu büyük kat daha fazlalaşmıştı. Üretilen yiyecekler, tüketiciye yetmiyordu. Maddi göçmen gücünü, ne yapmalı ki, onları da üretici duruma getirmeli. Bu huzursuzluk ve bölünmeler baş gösterecek duruma gelmişti. Sıkıntı günden güne daha da büyüyor.

Hz. Muhammed, derin derin düşünüyor ve sabırla bir ilahi emrin gelmesini bekliyordu. Tam o zamanda, Enfal Suresi'nin 72. 73.74.75'inci ayetleri ile şu emir geliyor: "Onlar ki mallarıyla, canlarıyla Allah yoluna hicret ettiler. Onlar ki hicret edenleri barındırdılar, onlara yardım ettiler; iste onlar sizdendir. Birbirinin mirasçısı olan akrabadan, Allah'ın kitabına göre daha yakındırlar. Onları birbirine kardeş yap. Eğer yapmazsan, yeryüzünde kargaşalık, fitne ve bozgunluk çıkar."

Bu ayetler Hz. Muhammed'e bir kurtuluş yolu oluyor. Hz. Muhammed de, Allah'ın ona gönderdiği bu kutsal farzı yerine getirerek tüketici olan bu büyük göçmen gücünü, üretici güce çevirmekle ekonomik sıkıntıyı da ortada kaldırmıştır. Elde ettiğimiz kaynaklara göre ilk günde 90 çift Ensar ile muhaciri kardeş yapmıştır. Bugün elimize geçen kaynaklardan, Medine'de Mescidi Nebevviye'de meydana gelen "Musahiplik" olayında, birbirleri ile musahip (Kardeş) olmuş. 38 kişinin isimlerini verebiliyoruz. Ne yazık ki musahip kardeş olan halktan diğerlerinin isimlerini bulamıyoruz.

Bazı kaynaklara göre Malik bin Enes'in bildirdiği hadise dayanılarak bilgiler verilmektedir.

Mekke'de gelen Sebe Suresi'nin

46'ncı ayeti diyor ki: "De ki sizi bir tek şey öğütleyeceğim. Allah için teker teker kalkınız sonra ikişer ikişer karşıma gelin, iman edin, ikrar verin. Düşünün, göreceksin arkadaşınızda bir delilik yoktur. O yalnız çetin bir azabın öncesinde sizi uyaran bir Peygamber’dir."

Sebe Suresi ayet 47: "De ki, ben sizden bir ücret istemem, o sizin olsun benim mükâfatım Allah'a aittir. O her şeye şahittir."

Bu ayetler doğrultusunda henüz Mescidi Nebeviye bitmeden, Hicret birinci yılının yedinci ayında, bu ikrar verme "Musahiplik Olayı" Malik Enes'in kendi evinde yapıldığı söylenmiştir. Ayrıca, Musahipliğin ilk de Mekke'de, Sebe suresinin 46'ncı ayeti geldiği zaman, başlayıp yapıldığı "Sahihi Buhari, Tecrid'i Sarih tercümesi cilt 10, 1560 numaralı hadis ile açıklamaktadır." Ibni Abdil Berin beyanında, Hicret'ten eve Mekke'de iken Müslümanlığı kabul eden ve çoğunlukla köle or sahabe, Hz. Muhammed'e gelerek bu ikrarı verirlermiş.

Bizce hangi zamanda yapıldığı, Mekke'de veya Medine'de başlaması fazla önem taşımıyor. Önemli olan tarafı, 14 yüzyıl evvel bugünkü medeni dünya insanlarının başlatmak istedikleri ve henüz başlatamadıkları bir çağın açılmasıdır. İnsanlar arasında eşitliği sağlayan, sosyal yardımlaşma ve dayanışma ile demokrasinin, barışın, dostluk içerisinde kardeş yaşamanın, birlikte üretip, birlikte tüketme düzeninin temelini, o günler musahiplik sistemi ile Hz. Muhammed ve Hz. Ali tarafından atılmış ve yaşama geçirilmiş olmasıdır.

Hz. Muhammed, Allah'ın ona beyan ettiği vahiyleri insanlığa sunmakla, dünya tarihinde insanlar arasında eşi ve benzeri görülmemiş bir birlik ve beraberliği meydana getirmiştir. Medine yerlileri (Ensar) Müslümanlığı kabul edip, Muhammed'e biat ettikten sonra, Medine'ye gelenleri evlerine misafir alarak bir dilim ekmekleri olsa dahi, onlar ile paylaşıyorlardı. Hatta acil bir ihtiyaç halinde, yerliden evvel, muhacirin yardımına koşuyorlardı. Tarihçiler, bu Musahiplik ile gelen birlik gücünü şöyle izah ediyorlar: "Hicretin daha birinci yılında, 30 bin kişilik Ebu Sufyan ordusunun karşısında, Hz. Muhammed'in 3 bin kişilik sivil halkının Bedir Savaşı'nı kazanmasının sırrı, Musahiplik düzeninin getirdiği, birlik ve beraberliğin sonucudur."

Hz. Muhammed, insanları birbirleri ile musahip yaparken birçok Medine yerlisi (Ensar), Hz. Muhammed ile musahip olma şerefine kavuşacakları günü bekliyorlardı. Çünkü o güne kadar bir Muhacir ile bir Ensar beraber musahip oluyorlardı; verilen emir de buydu. Hatta içlerinden bazıları bizzat Resul Hazretleri'ne başvurup kendisi ile musahip olmasını teklif etmişlerdi. Hz. Muhammed, bu teklifleri yapanlara, "Kimin ile musahip olacağım hakkında henüz ilahi izin gelmedi" diye cevaplarmış.

Kasas Suresi ayet 68: "Elçilerim hakkında seçme ve tercih bana aittir." Ayetin mesajına dikkat edecek olursak, onların vasi ve varislerini de, Allah'ın tercih edeceğini açıkça tebliğ etmektedir.

Necm Suresi ayet 3-4: "O Muhammed kendiliğinden bir şey söyleyemez. Onun konuşması ancak bildirilen bir vahiy iledir".

Ayetlerin açıklamasına göre ve hiç bir kuşku bırakmadan verdikleri mesaj, Hz. Muhammed ile Hz. Ali'nin musahip olmaları, kendi istekleri ile değil, ilahi emir ile oluşu, açık ve net bir şekilde ortadadır.

Hz. Muhammed, bütün Muhacir ile Ensarı birbirine kardeş ettikten sonra kendisine Hz. Ali'yi musahip yapması, kendi isteği veya bir rastlantı değildir. Çünkü musahiplik teklif eden Ensariler'e, henüz ilahi iznin gelmediğini defalarca tekrarlamıştı.

Durum şunu gösteriyor ki, Hz. Muhammed'in kimsenin teklifini kabul etmeyişi, ilahi emrin geleceğini beklemesinden kaynaklanmıştır.

Elbette ki Hz. Muhammed'e, öyle bir kimse musahip olarak seçilmeli ki, bu kimse manevi üstünlükleri ile Hz. Muhammed'den sonra, ikinci derecede ilim ve fazilet sahibi olmalı.

Sonra, Allah'ın da nazarında ikinci kişi olmasıdır.

Hz. Ali'nin, bu kutsal göreve seçilmesi, onun Hz. Muhammed'den sonra Allah’da nazarında ikinci kişi olmasıdır. Bütün Muhacir ile Ensarı birbiriyle musahip yapıp bitirinceye kadar Hz. Ali de bekliyor ki, acaba beni kim ile musahip yapacak. Fakat bir türlü ya Ali, sen de falan ile kardeş olacaksın demeyince, Ali de dayanamayıp soruyor ‘’ Ya iki gözüm, herkese bir kardeş buldun, halkı birbiriyle musahip yaptın. Ya benim kardeşim kim olacak?’’ Kuran ayetlerinin haricinde, bir de Hz. Muhammed’in hadislerine bakalım: işte o zaman Hz. Muhammet ilahi emri olacak ki: ‘’Ya Ali! Harun Musa’ya ne derece yakınsa, sende bana o derece yakınsın. Biliyorsun ki benden sonra peygamber gelmeyecek. Benden sonra sen bu dinin düzenini yürüteceksin.’’

Maide Suresi ayet 55'te açıkça anlatıyor: "Sizin veliniz ve önderiniz, ancak Allah ve onun Resul’üdür ve namazda (İbadet ‘de) rükûdayken zekât verendir." Bu anlatılan zekâtı veren de yalnız Hz. Ali'dir.

Hz. Ali'nin, Hz. Muhammed'in vasisi ve varisi olduğunu ispatlayan bir olayı da örnek verebiliriz: Bir gün, Beni-Mercan kabilesinin bilginleri Hz. İsa'nın, Allah'ın oğlu olduğunu, Hz. Muhammed ile ilmen tartışmaya girerler. O zaman, Ali imren Suresi'nin 61'inci ayeti gelerek şunu emrediyor: "İsa'nın, Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna dair, sana ilim geldikten sonra, onun hakkında, kim senin ile münakaşaya kalkışırsa, söyle, de ki: Gelin oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarına, nefislerimizi, nefislerinizi çağıralım. Sonra hepimiz dua edip yalvaralım da Allah'ın lâneti yalancıların üzerine olsun, diyelim."

Bu gelen ayeti Hz. Muhammed, Beni-Mercan ilim adamlarına öne mahiyetinde sunuyor. Onlar da bunu kabul ediyorlar. Hz. Muhammed gidiyor ki kendi taraflarını getirsin, fakat Beni Mercan ilim adamlarının içinde en yaşlı olanı der ki: "Dikkat edin, eğer Muhammed sahabelerinden birilerini getirirse, onunla iddiaya girin. Yok, eğer, yalnız kendi ev halkını getirirse, sakın onunla iddiaya girmeyin. Ben Kur'an'da onlar hakkında ayet okudum. Onlar azizlerdendir. Onların duaları da intizarları da, ilahi makamda geçerlidir. Sonra bizler helak oluruz diyor ve hep birlikte bekliyorlar.

Biraz sonra bir bakıyorlar ki Hz. Muhammed, yanında Hz. Ali, Hz. Fatima, torunları İmam Hasan'ın ve İmam Hüseyin'in elinden tutmuş geliyor. Beni Mercan bilginleri bu beş esmayı görünce, iddialarından vazgeçerek Müslüman oluyorlar.

Şimdi ayetin mesajını iyi bir şekilde analiz edelim. Hz. Muhammed'in yanındaki kadın, kızı Fatima idi. Oğulları dediği, torunları Hasan ile Hüseyin 'diler. Burada dikkatle üzerinde durulması gereken sözcük Arapça da. "Enfisüna Enfisüküm" dür. Bunun Türkçesi "Nefislerimizi, nefislerinizdir. Peygambere gelen bu ayete göre, nefislerimiz dediği bu üçüncü şahıs kimdir? Nefsin anlamı nedir? İşte bu soruların cevabını, yine o yüce Kur'an-ı Kerim'deki bir ayetle vereceğim. Hz. Muhammed, son Veda Haccindan dönüşünde, Kadiri Hum denen o vadideki suyun başıma gelince. Maide Suresi'nin 67'nci ayeti gelerek şöyle emrediyor. "Ey Muhammed! Rabbin'den sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, verilen Peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanların şerrinden korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez."

Bu ayetin gelmesi ile Hz. Muhammed, deve semerlerini üst üste koydurarak, herkesin görebileceği yüksek bir yer hazırlatıyor. Oraya çıkarak, on binlerce Müslümana şöyle hitap ediyor. "Ey Müminler! Ben sizlere "Nefisleriniz "den daha sevgili, daha yakın değil miyim?" Orada bulunan tüm Ahsabı Kiram, "Evet ya Resulallah, öylesin." diye tasdik ederler. "Ey nas! Biliniz ki ben de sizler gibi insanım. Ben de bu dünyadan göçeceğim. Allah tarafından davet edildim, göçeceğim günler yaklaştı".

"Sizlere, aranızda Rehber olacak iki emanet bırakıyorum. İkisi de kesinkes birbirinden ayrılmaz ve kıyamete kadar birlikte bana gelirler. Bunların birincisi Kur'an, ikincisi Ehli Beyt'imdir." Ehli Beyt sözünü üç defa tekrarladıktan sonra Hz. Ali'nin elini tutup bulunduğu yüksek yere çıkartıyor ve sözüne şöyle devam ediyor.

"Ey Nas! Biliniz ki, Allah benim Mevlam’dır. Ben de bütün müminlerin Mevla'sıyım. Ben, her kimin Mevla'sı isem, Ali de onun Mevla'sıdır. Her kim Allah'ı severse, beni de sever. Beni seven de Ali'yi sever. Ali'nin kanı benim kanımdır. Cismi benim cismimdir. Ruhu benim ruhumdur. Her kim ki, Ali'ye düşman olur, bana düşman olmuş demektir. Bana düşman olan, Allah'a düşman olur. Ya Rabbi! Ali'yi seveni, sen de sev. Ali'ye yardım edene sen de yardım et.

Ali'ye düşman olana, sen de düşman ol. Benden sonra sizlere öncülük edecek Veliniz Hz. Ali'dir." Bu hutbe 10 binlerce insanın önünde söylenmiştir.

Yer su iken, gök tufan iken, Hz. Muhammed ile Hz. Ali, kandilde bir nur idiler. Bu nur, Âdem Peygamber den. Şit Peygamber'e ve ondan sonra da bütün peygamberlerden geçerek Abu Muttalib'e kadar geldi. Abu Muttalip den ikiye ayrıldı. Bir parçası Abdullah'tan Hz. Muhammed'e, diğer parçası, Abu Talip'ten Hz. Ali'ye ayrılan nurdur. Hz. Ali ve Hz. Fatima yoluyla imam Hasan ve imam Hüseyin'de birleşmiştir. Bu konuda Hz. Muhammed'in şu hadisi bize büyük mesaj veriyor: "Cenabı Allah, beni ve Ali'yi bir nurdan yarattı." Bir nur olarak yaratılan bu iki yüce zatın, kardeşliğinden (Musahipliğinden) daha doğal ne olabilir ki?

Hz. Muhammed'in, Mekke'den, Medine'ye Hicret etmesini, Isra suresinin 80'inci ayeti emir buyurunca, Hz. Ali'yi çağırıp diyor ki: "Bana Hicret emri geldi, Medine'ye gidiyorum. Bende olan emanetleri sana teslim edeyim. Sen, benim yerime onları sahiplerine teslim edersin. Biliyorsun, müşrikler beni öldürmek için bir tarafa gitmeme fırsat vermek istemiyorlar. Onun için yattığım yer dahi onlarca gözetleniyor. Sen, benim yeşil hırkama sarılıp benim yerimde yatar mısın? Böylelikle, onlar beni yatakta bilecekler. Ben de rahatlıkla Mekke'den çıkma fırsatını bulurum. Gönlünü kavi ve güçlü tut, sana hiçbir zararları yetişmeyecek. Birkaç gün sonra, Anan Fatima'yı, kızım Fatima'yı alır Medine'ye gelirsin."

Hz. Ali, büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu bildiği halde, Peygamberin buyruğuna uyuyor ve o akşam mübarek hırkasına sarılıp yatağında yatıyor. Diğer emirlerini de aynen yerine getiriyor. Tarihi Taberi tercümesi bu olayı şöyle izah ediyor.

Hak Teâlâ, Cebrail ile Mikail'e şöyle buyuruyor: "Ali, Habibim ile kardeş oldu. Nefsini yoluna feda eyledi. Şimdi ikiniz de varın, Ali'yi düşmanlarının şerrinden koruyun."

O an, Bakara Suresi'nin 207'nci ayeti Hz. Ali hakkında geliyor. "insanlar arasında Allah'ın rızasını kazanmak için, Resulü uğruna canını verenler var. Allah, o kullarına karşı, çok şefkatlidir."

Şimdi bir düşünün, Hz. Muhammed ile Hz. Ali arasındaki bağlılık, bugün bizlerin uyguladığı musahiplikten çok ileride ve çok farklıdır.

Musahiplik, maddi manevi sosyal dayanışma ve kardeşlik ortamı içerisinde, birlikte yaşama eğilimi değil midir? Hak Muhammed Ali birliğimizi daim eylesin.

ALEVİ İSLAM İNANÇ HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI

Ayrıntılı Bilgi İçin; Alevi İslam İnanç Hizmetleri Sayfasını Takip Ediniz  https://www.aleviislaminanchizmetleri.org/