Ve Şah-ı Merdan Ali Doğdu / 21 Mart 2024, Perşembe

“Ben sizin içinizde, sizin aranızda, karanlıklardaki ışık gibiyim. Karanlıklara dalan o ışıkla aydınlanır, yol bulur. Ey insanlar duyun, dinleyin; can kulaklarınızı açın, anlayın.” (Hz. Ali)

Yudum yudum içmek isterdim, yudum yudum yüreğime, beynime kazımak isterdim söylediklerini. Nasıl da tanımamışım seni. Sadece aşkımla, sevdamla götürmek istemişim sevgini. Onunla kanaat etmişim, aramamışım gerçeği. Hani susayan suyu ararmış ya, bu misal. Aramalıydım, bulmalıydım, yaşamıma katıp yaşamalıydım yaşamını. İşte o zaman sevginde erir tam insan olurdum.

Seni tanımayan, kurtuluş gemine binmeyene insan mı denir Pirim.

Yüce Pirim. Onca zulüm gördük, onca iftiraya, yalana, talana uğradık yine de vazgeçmedik sevdandan.

Dönmedik kutlu, şanlı yolundan.

Çünkü sana, senden yana taraf olmuştuk,. Buna da ikrar deyip el vermiştik eline.

Adımıza da sevip taraf olmamızdan dolayı Alevi, Bektaşi, Caferi, Nusayri, Mevlevi denmiş.

Zulüm senin yüzündense “hoş geldi safa geldi” deriz. Sana olan sevdamızdan dolayı zulmü yapanı bile affederiz, bağışlarız gül yüzlü Sultanım.

Seni okuyorum; kutlu sözlerini, öğütlerini ruhuma yazıyor yüreğime kazıyorum. (Hz. Ali, Nehc-ül Belaga, Hazırlayan A. Gölpınarlı, Der yayy.)

Dediler kerâmet kâni Haydar

Dayanılmaz derdin dermânı Haydar

Hakk’ın kudreti sende ayandır

Velâyet mülkünün sultanı Haydar

…….

İmamü’l –müttekinsin bellü bayık

Erenler merdinin merdanı Haydar

…….

Yemin’i derdmende eyle inayet

Delâlette komağil anı Haydar

(Yemini)

Bizler için mi yalvardın yüce yaratıcıya, bizleri de dahil eyledin o yalvarının içeriğine:

“Allah’ım, manevi gölgende geniş mi geniş yer ver, ihsanından olasıya hayırlar üstüne hayırlar ihsan et. Kurduğun yapıya bizleri de dahil eyle. Derecelerimizi yücelt. Işığımızı ışıttıkça ışıt. Onu elçi olarak gönderdiğine karşılık tanıklığını kabul ve makbul eyle Rabbim.” (a.g.e.s.38)

Amenna…

Allah! Allah! Derim, Pirim. Bizleri de dualarının içine al. Himmet eyle velayet nurunla.

Sevenlerine ne de güzel sesleniyorsun:

“Allah’ın kulları, yaptıklarınız tartılmadan siz tartın kendinizi; hesabınız görülmeden siz görün hesabınızı. Boğazınız sıkılmadan önce soluk alın. Zorla sökülüp götürülmeden önce hazır olun ve bilin ki kim kendisine yardım etmez, öğüt vermezse, kim kendisini korkutmazsa, korkmazsa, başka bir korkutucu ona fayda vermez. Başka bir öğütçünün öğüdü ona tesir etmez.” (a.g.e. s.39)

Bizler buna “özünü dara çek” diye anlamış ve yaşamımıza katıp sorumlu bireyler olmuşuz. Emin insan; eline, diline, beline sahip olandır Pirim. Senden yana olmak kolay mı? Önce adam gibi adam olmak gerekiyor.

Ne de çok zulüm görmüşsün, ne de çok kahır çekmişsin. Yine de zulüm yapmayı, zulümkar olmayı öğütlememişsin bizlere. Seni şehit edeni bile bağışlamışken, zulüm etmeyin, demişken o yüce adaleti sahibine havale etmişken, tabii ki sevenlerinde o asaletten faydalanacaklardır.

“Sonunda hileye sapacağınızı biliyordum, bekliyordum. Sizde aldanmışların nişanesini görüyordum. Fakat iman perdesi bürümüştü beni; yüzünüze vurmuyordum, özümün ve niyetimin doğruluğu, sizin halinizi göstermişti bana, açıklamıyordum.

Her yana sapan yollar arasında, durdum sizin için doğru yolun başında. Her tarafa bakıyordunuz; yoktu kılavuzunuz. Her yeri kazıyordunuz; yoktu suyunuz. Bu gün sessiz dilsiz söylüyorum: yiter gider ayrılan benden, bana gösterildiği andan beri gerçeklerden şüphe etmedim ben. Musa, kendisi için korkmamıştı; korkmuştu bilgisizlerin üst olmasından. Sapıklığın hükmetmesinden.” (s.63)

Ahh Haydar-ı Kerrar’ım! Bin can yoluna kurban olsun. Senin durduğun yerde durduğumuz için bunca zulmü gördük.

Ama hiç inkar etmedik gerçeği. Nefeslerimiz de hep gerçeği aradık, “Gerçeğe HÛÛ!” dedik.

Buyuruyorsun ya: “Bilmediğiniz sözü söylemeyin, çünkü gerçeğin çoğu, inkar ettiğiniz şeylerdedir.”

Ama gerçeği yaşamanın da bir bedeli vardı, senin ödediğin gibi halen ödemeye devam ediyoruz. Hep sana sığındık, yar ve yardım senden bekledik. Dayandık Hakk aşkına.

“Baktım, gördüm ki Ehl-i Beyt’im den başka ne bir yardımcı var bana, ne bir yar ve yaver. Onların tehlikeye düşmelerini reva görmedim. Gözlerime toz – toprak dolmuştu; gözlerimi yumdum. Ağzımın yarını dertle, elemle yuttum; zehirden acı olan bıçaklarla doğranmaktan çetin bulunan bu işe dayandım.” (s.167)

Seni o gün anlamayanlar bu gün anladılar mı sanki! “Dinden döndü de onu için şehit ettik” demediler mi? Ama onlar insan mıydı ki! Onların yüzü insan yüzü ama kalpleri hayvan kalbiydi. Düşünmezler, görmezler, duymazlar. Ne de güzel tanımlamışsın günümüzde de çok olan onları:

“Sanki hayvanlarsınız. Çoban sizi hastalıklarla dolu bir otlağa sürüyor. Dertlerle dolu bir sulağa götürüyor. Hayvanlarda otlatılıp semirtildikçe, başlarına neler geleceğini bilmezler de kendilerine lütfediyorlar, ihsanda bulunuyorlar sanırlar. Günlerini yalnız o gün bilirler; işlerini yalnız otlayıp sulanmak zannederler.” (s.69)

O yüce adaletin senin canına mal oldu Sultanım! Katilini gördün ama kılıcını çekmedin masum olur düşüncesiyle:

“Vallahi bir karıncanın ağzındaki arpa tanesinin kabuğunu almak, bu suretle de Allah’a isyan etmek için bana yedi iklimi ve bu iklimlerin altlarındaki ülkeleri verseler, gene de kabul etmem ben.” (s.73)

“Allah’a mazlum olarak varmaya çalışın; zalim olarak ulaşmaya kalkışmayın. Düşmanlık yerlerinden kaçının. Karınlarınıza haram lokma sokmayın. Çünkü sizi, size isyanı, suçu haram eden, itaat yolunu kolaylaştıran mutlaka görür.” (s.120)

“Allah, çekinenlerle ve iyilikte bulunanlarladır.” (s.140)

“Zaman ikidir; ya sana yâr olur, ya da aleyhine döner. Yâr oldu mu, aldanıp gaflete düşme; aleyhine döndü mü dayan.” (s.407)

Zaman, sevenlerine hep aleyhte oldu. Ama yolunu sürenlerin gaflete düşmediler, dayandılar, dönmediler, ihanetçi olmadılar. Ahitlerine hep vefalı oldular. Dönenlere sözümüz yok ama, dönekler de dönmemişlere zulüm etmeye başladı. Bu da başka muamma.

“Nerede hidayet ışıklarıyla aydınlanan akıllar, takva alametlerini başla gören gözler? Nerede Allah’a bağışlanmış olan Allah’ın taatine bağlanmış bulunan gönüller, nerede?” (s. 233)

Buradayız! Sayımız binlerle… Yüz binlerle… Milyonlarla… Milyarlarla…. Dizilmişiz buyurduğun gibi Hakk yolunda boncuk misali:

“Buyruk sahibi, boncuk dizilen ipe benzer; boncuklar o ipliğe dizilir. Onları, o iplik bir araya getirir. İplik koparsa düzen bozulur, boncuklar dağılır, gider. Tam olarak asla dizilemezler.” (s. 176)

“Dağlar yerinden deprense deprenme; sık dişini, başım, gözüm Allah’a emanet de. Bas yere ayağını, direndikçe diren. Gözünü başka yerden yum, yolun sonuna dik. Bil ki yardım, Allah’tan olacaktır.” (s.213)

Ailesinin canından korkar. Onlara kıyamaz. İmam Hasan’ı Sıffıyn savaşında görünce:

“Şu genci tutun, belimi kırmasın benim. Çünkü bu ikisinin (İmam Hasan – Hüseyin) ölmelerini, Resulullah’ın soyunun kesilmesini istemem; bana pek ağır gelir.” (s.242)

Ey Kur’an’ı Natık’ım! Bu çaresizlik niye?

“Ama kör görmezse, uyuyan uyanmazsa ben ne yapabilirim?” (s.260) diyorsun. Alemlerin rahmeti bile yapamazken sen ne yapabilirsin ki Pirim.

“Allah’ım, ben onlardan bezdim; onlarda benden bezdiler. Benim gönlüm onlardan daraldı, onların yerine onlardan hayırlısını ver bana. Benim yerime de benden daha şerrini musallat et onlara” (s.276)

Ahh Ebu Turab’ım, bereketin, toprağın yüce babası, yoksulların ulu Şahı. Unutabilir misin, aşsızı, işsizi, çaresizi. Basra valisine vicdan dersi veriyor:

“Duydum ki seni yemeğe çağırmışlar. Sen de hemen gitmişsin. Renk renk yemekler, büyük büyük kaseler hoşuna gitmiştir. Oysa ben sanmazdım ki yoksulları çağrılmayan, zenginleri davet edilen bir topluluğun davetine icabet edesin. Dişlediğin yemeğe bir bak, haram helal olduğunda şüphen olursa at o yemeği ağzından. Çevrende onca açlar varken nasıl doya doya yemek yiyebilirsin. Hicaz’da, Yemen’de yoksullar varken, tokluk nedir görmemişken, sen geceni nasıl karnı tok geçirebilirsin? Çevrende aç karınlar var, yanmış, susuzluktan bunalmış ciğerler var.” (s.299)

Evet! Bir okyanustan bahsediyorum. Derinlere daldıkça sırlarına vakıf oluyorum. Çok kerametler görüyorum. Coşuyorum ona taraftar olduğum için. Hamd ediyorum onun safında durduğuma, Aleviliğime..

Yüzyıllar öncesinden can alıcı tespitiyle son verelim yazımıza:

“İnsanlara bir zaman gelir çatar ki o zamanda Kur’an dan ancak eser ve yazı, İslam’dan da isim kalır. O gün insanların mescitleri mamurdur yapı bakımından; haraptır hidayete mahal olmak bakımından. O gün mescitlerde oturanlar, onları yapanlar, yeryüzünün en kötü kişileridir; fitne onlardan çıkar, suç ve hata onlara sığınır. Kim o fitneye girmemek isterse sürüp götürürler, kim geri kalırsa yürütüp alırlar. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah buyurur ki: “Zatıma andolsun ki ben, o kavme öylesine bir fitne gönderirim ki bilim sahibi bile şaşırır kalır ve o fitneye dalar.” Biz Allah’ın bağışlamasını, gafletle ayağımızı kaydırmamasını dilemekteyiz.”

Devam eder çarpıcı tespitlerine:

“Ümmetime bir zaman gelecek çatacak ki o zamanda Kur’an okuyanlar çok olacak, fakiyhler azalacak, ilim alınacak, fitne çoğalacak. Bundan sonra bir zaman da gelecek ki ümmetimden Kur’an okuyanlar çok olacak, fakat Kur’an boğazlarından aşağı geçmeyecek, onunla amel etmeyecekler. Bundan sonra da müşrik, mü’minin söylediği söz üzerine, onunla Allah hakkında mücadeleye girişecek.” (Hadis, Cami, II,s.28 - a.g.e. s.411)

Çarpıldınız mı? Ne dersiniz? O zaman geldi mi, o zamanı mı yaşıyoruz?

Evet! İşte bu ses ve bu nefes hayat verdi yaşamımıza. Bu nefesleri besleyen din sevgi ve rahmet olarak tüm insanlığı kucakladı.

Okyanustan katreler aldık ve gönüllere sunduk, yanan yüreklere merhem olsun diye…

İyi ki doğdun Pirim, Şah-I Merdan’ım, Haydar-ı Kerrar’ım!

Dünyaya teşrifin bayramdır sevenlerine, âşıklarına…

Sultan Nevruz bayramınız kutlu olsun…

Ali Rıza UĞURLU DEDE

 

ALEVİ İSLAM İNANÇ HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI

Ayrıntılı Bilgi İçin; Alevi İslam İnanç Hizmetleri Sayfasını Takip Ediniz  https://www.aleviislaminanchizmetleri.org/