MUHARREM SOHBETLERİ - MATEM TUTMAK

MATEM TUTMAK

Atlarının üzerinde dimdik, ellerinde mızrak ve kalkanlarıyla vakur bir havayla Şam sokaklarından geçiyorlardı. Suskun ve yıldırılmış halk derin bir acıyla geçenleri izliyordu: Yer yer feryatlar duyuluyordu. Çıplak develere bindirilmiş Ehlibeyt kadınları içler acısı durumdaydılar, perişandılar, bitkinlerdi. Acıların sonsuzluğunu yaşıyorlardı.

Şam mescitlerinden Ezan-ı Muhammedi okunuyordu. Mızraklarının uçlarında yirmi iki baş taşıyorlardı. Bu başlar tanınmıyorlardı, kanlar içindeydiler.

Bu başlardan birisi, alemlerin rahmeti Hz. Muhammed’in gözbebeği, “Onu inciten beni incitir” dediği İmam Hüseyin’in başıydı.

O mübarek baş yaşamı boyunca zulme ve haksızlığa eğilmemişti. Dedesi Hz. Muhammed Mustafa’nın öpüp kokladığı baştı. Kanlara ve topraklara bulanmış yüzü halen gülüyordu.Onca zulüm ve acı onu inancından ve davasından koparamamıştı. Gözleri açıktı ve sanki haykırmak istiyordu; “Zulme boyun eğmeyin, sonu ölüm olsa bile” Ehlibeyt kadınları çıplak develer üzerinde perişandılar. Bunlar; alemlerin rahmetinin ev halkıydı, kadınlarıydı, namusuydu. Dolayısıyla da İslam aleminin de namusuydular ve bizlere emanet edilen iki emanetten biriydiler. Emanetler Şam sokakların da halka teşhir ediliyorlardı.

Mescitlerden Ezan-ı Muhammedi okunuyordu. Muhammed den şefaat diliyorlardı. O gün Kerbela da güneş batmıştı. Güneşin isyanı ve Kerbela’nın zulmü vardı. Yer gök feryatlar içindeydi. Kerbela da kan ve gözyaşları vardı. Kısaca yer ve gök mateme bürünmüştü.

Düştü Hüseyin atından sahray-ı kerbalaya

Cibril git haber ver sultan-ı Enbiya’ya.

Kazım Paşa

İşte kerbela dan kısa bir kesit. İnsan olan kim ağlamaz ve matem tutmaz ki? Öyleyse sormak lazımdır;

Matem nedir?

Matem: Yas tutmak anlamındadır. İslam’da matem yoktur diyenlere şunu sormak lazımdır? İslam, duygusu, aşkı, hüznü olmayan kupkuru bir din midir? İnsan komşusu bile ölse radyosunu veya televizyonunu kapatarak o ailenin acısına ortak olur. Hz. Muhammed ailesinin kan ağladığı bir günde nasıl olur da hüzünlenilmez, onlarla birlikte matem tutulmaz. Hıristiyanlar Hz. İsa’nın bindiği zannedilen beyaz katırın nalını mücevher sanduka içinde saklarken, kendilerine Müslüman’ım diyen zalim güruh ise Resulullahın çocuklarını 35 yıl sonra parçaladılar. Ailesini darmadağan ettiler. Sevenleri ise halen gözyaşı dökmektedirler, matemdedirler. Bu matemi, Ehlibeyti sevenler ve onların yolunu sürenler Hz. İmam Hüseyin’in şahadetinden beri yaşıyorlar. Su içmeyerek, eğlence, düğün v.s. yapmayarak, muharrem orucunu tutarak onların acılarına da ortak oluyorlar. Su içmeyerek susuzluğun ne demek olduğunu tâ yüreklerinin derinliklerinde hissediyorlar. Oruç tutarak nefis denen yaramaz fiillerini ıslah ediyorlar. Zaten oruç bütün bedenin orucu değil midir?

Muharrem ayı öyle bir ay ki; Allah’ın bizlere sevmeyi farz kıldığı

“Muhammed, Ehlibeyt’inin kan ağladığı gündür. Başsız mübarek cesetlerin Kerbela çöllerinde kanlar içinde mızraklar ucunda gezdirildiği gündür. Bu ayda arş-ı alem mateme bürünüp karalar bağlamıştır.”

Kabe’nin siyahlara bürünmesi matem sırrını bizlere ispat etmiyor mu? Matem çekenlerin kalbine kara taş basması Kabe’nin göğsünde taşıdığı kara taş (Hacer-ül esvet) bunu hatırlatmıyor mu? Zemzem suyu gözyaşı değil midir? Hz. İmam Hüseyin şehit olmakla dedesi Muhammed Mustafa’nın ve babası İmam Ali’yyel Murtaza’nın yakmış olduğu ışığın sönmemesini sağlamıştır. Onların canı pahasına İslam ışığı sönmemiştir. Hak için,adalet için,insanca ve korkusuzca yaşamanın onuru için, şahadet şerbetini içmişlerdir. Hz. İmam Hüseyin’e gitme küfeliler vefasızdır diyenlere; “Evet dedikleriniz doğrudur, fakat zulüm altında inleyen mazlumların Tek ümit ışığı biziz. Bir can için bu mazlumların ümit ışığını nasıl söndüreyim” diye buyurmuştur.

Ve ayrıca Hz. Hüseyin ömrü boyunca Kur’an’ın hükümlerinin dışına çıkmamış ve Muhammedi yaşamıştır. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’in Nisa Suresi 75. ayetine nasıl kayıtsız kalabilirdi. Bakın ayet ne diyor:

“Size ne oluyor da Allah yolunda ve "Ey Rabbimiz bizi, halkı zulme sapmış şu kentten çıkar; katından bize bir dost gönder, katından bize bir yardımcı gönder!" diye yakaran mazlum ve çaresiz erkekler, kadınlar, yavrular için savaşmıyorsunuz!”

Bu ay Ehlibeyti seven ile sevmeyenin ayrıştığı aydır. Tevella ve teberra ayıdır.

Alevilikte, “Tevella ve teberra” kavram çifti var. Tevella da Veli kavramı var. Yani Velayet (Dostluk) dairesine girmek demek. Bu ilahi dostluk, menfaatsiz ve riyasız olarak, Allah’ı sevenlerle Sevgi Rabıtası içine girmektir. İman edip yararlı iş yapınca Rahman bir sevgi yaratacak diyordu ya. Sevgi dairesine girdiğin zaman kendiliğinden Tebarra gerçekleşir. Teberra, beri olmak demek, kastedilen Allah’ın sevmediklerinden beri olmaktır.”[1] Bu ay mah-ı muharremdir.

Matem donunu giydi bulutlar bölük bölük

Baran gamında koptu vü tufan ya Hüseyin.

Gökler boyandı mateme gün giydi karalar

Mahv oldu arada mah-ı taban ya Hüseyin. 

Hz. Hüseyin sevenle sevmeyenin terazisi olarak can vermiştir. Evet sizler terazinin hangi yanındasınız? Sevenlerden mi, sevmeyenlerden mi?

ON MUHARREM VE KANLA YAZILAN MESAJ

Tarih 10 Ekim 680, günlerden Cuma, vakit öğleden sonra ikindi.

Yer; Kerbela,

Eli silah tutan bütün erkekler kılıçtan geçirilmişti. En son şehit de Muhammed evladı Şehitler şahı İmam Hüseyin’di. Bu Faciadan sadece İmam Zeynel Abidin kurtulmuştur. O da hastadır, çaresizdir.

Ehlibeyt kadınları etten duvar oluşturarak can pahasına korumuşlardır onu. Ve o örülen etten duvarı kıramamışlardır.

İmam Hüseyin’in vasiyeti vardır o yiğit kadınlara. Onu koruyun, zalime teslim etmeyin.

Bir tarih kana bulanmıştır, figana bulanmıştır, Kanla yazılmıştır.

O tarihten bu yana sevenleri olarak cümle alem yastadır. Alem matemdedir.

Çünkü; Hakk Muhammed Ali yoluna ikrar verilmiştir. O yol sürülecektir, o yol gidilecektir.

O yola olan sevgimizden dolayı göz yaşı döküyoruz.

O yola verdiğimiz ikrardan dolayı matem tutuyoruz. Gözyaşı dökmesini

bilmeyen insanın içinde sevgi ve bağlılık olmaz. Riyasızca sevmenin kanıtıdır göz yaşı.

Bağlılığın, muhabbetin en güzelidir, içtenliğidir gözyaşı.

İmam Hüseyin’e ağlamak; Onlara zulüm yapanları lanetlemektir.

İmam Hüseyin’e ağlamak; Alemlerin serveri, Muhammed Mustafa’nın yakmış olduğu ışığın sönmemesi için, evladını, yakınlarını, kendisine ikrar verenlerin, O ilkelerin yaşaması için canlarını verdikleri bu değerleri koruyanlara destek vermektir, onlardan yana olmaktır. Onların yolunda olmaktır.

Bin dört yüz yıl sonra bunları dile getirmenin amacı nedir? Unutun gitsin. Bu günkü resmi dinin anlayışı budur.

Geçmişi inkar edebilirsiniz. Geçmişe karşı da çıkabilirsiniz. Ama geçmişi yok edemezsiniz. Çünkü ortak geçmiş, bizim de geçmişimizdir. Geçmişi yok etme gayreti boşunadır. Geçmişi yok edersen, geleceksiz kalırsın.  Geçmişi inkâr da öyle. Çünkü insan, geçmişi anımsadığı ölçüde vardır ve geleceğe koşabilir, daha da önemlisi geçmişe bakarak nereye koşabileceğini bilebilir. Geçmişi yok ederek yapılan her eylem, gün gelir, geçmişin hayaletleri tarafından geri püskürtülür. Bu insanlık içinde, tarih içinde böyledir. Tarih de tekerrürden ibârettir. Tarihten ders alınırsa bir daha tekerrür etmez. Eğer ders alınmazsa Kerbelalar devam eder. İşte o dersi almaktır. O olayı yapanları, o olayların faillerini kınayıp, yüreğimizde mahkûm etmezsek, Zalimin zulmü devam eder. Zalimin zulmünü lanetlemiş bir inancın sahipleri olarak intikamcılığın peşinde olmamız asla söz konusu olamaz. Çünkü bizler Kur’an-ın  “ Ey iman edenler adaleti ayakta tutun”(4/135) emri hükmünce adaleti ayakta tutmaya ve haklı ile haksızı birbirinden ayrı tutarız. İntikam duygusu adaleti köreltir. Oysa hepimiz adalet ışığı altında yaşamalıyız.  Yüreği kinle yüklü bir toplumun geleceği de olmaz ve güzel bir yaşamda kuramaz. Çünkü, güzel bir yaşam tüm istediğimiz,  geçmiş ve geleceği bir birine bağlı bir çevrede  kurulabilir ancak…

Bin dört yüz yıl sonra bu olayın faillerini de aramıyoruz.

Çünkü, Yüreğin de birazcık insan sevgisi taşıyan her vicdan bu olayı zaten yüreğinde mahkum etmiştir. Bu olaydan ders alanlar da zalim olamaz.

Bu olaydan ders alan kişiler; insani değerlere sahip olanların rahmetle anıldığını bileceklerdir.

Bu olaydan ders alanlar; Namuslu, ilkeli, erdemli olmanın değer olduğunu bileceklerdir.

Çünkü Hz. İmam Hüseyin orada hilafetin kavgasını vermemiştir. İnsani değerleri yok etmeye çalışanların yolunu kanıyla kesmiştir.

Bu olay; dünya tarihinde insanlığın sürekli izlediği hayrın ve şerrin kavgasıdır.

Bu olay; zulme, batıla, yalana, talana, ahlaksızlığa ve dünya menfaatlerine tapmaya karşı, adaleti ayakta tutma, mazlumun yanında olma ve haksızlığa ve zorbalığa boyun eğmeme destanıdır. 

Bizler bu destan önünde dara durup, Gerçege Hû, diyoruz.

De ki; Kur’ana ister iman edin, ister etmeyin, kendilerine ilim verilmiş olanlara o (sözlerimiz) okunduğu zaman saygıyla yüzüstü kapanır secde ederler.”[2]

Ve ağlayarak yüzüstü kapanırlar (secde ederler) Bizi anmak onların ruhlarında ki sevgiyi arttırır.”[3]

Hz. Peygamber efendimiz de buyurur ki: “iki göz vardır ki kör olmaz. Biri vatanını bekleyip nöbet tutan, diğeri Allah rızası için gözyaşı dökendir.”

Allah’a muhabbet arttı mı hüzün de artar. Gözyaşıyla içiniz yıkanır ve temizlenir. Hüzün bizi Allah’a yakınlaştırır. Bedenin abdesti su ile, nefsin abdesti gözyaşıyla, aklın abdesti ilim ile, ruhun abdesti ise aşk ve muhabbet iledir. Gözyaşı nehire benzer, nehrinde amacı ummana karışmaktır.

Alevi inancı; Cebiri, şiddeti, kini ve nefreti yasaklamıştır. Bu olaydan ders aldığı için yasaklamıştır.

Hz. İmam Ali de; Mısır valisine mektup yazarak şu öğüdü verir; “Halka merhametle muameleyi adet et. Onları sevmeyi, onlara karşı yiyeceklerini, içeceklerini ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme. Çünkü; halk iki sınıftır. “Bir kısmı dinde kardeştir sana, öbür kısmı yaradılışta eştir sana.”

Evet, Kerbala ayrımcılığın, nefretin, intikamcılığın adı değil. O manevi şemsiyenin altında bir olup sevgiyle insanlığı kucaklamanın adıdır. İmam Hüseyinler olmanın adıdır. Yollarını sürmenin adıdır ve kanla, canla yazılmış bu mesajın sırrına ermenin adıdır. Bu mesaj tüm insanlığa ve insan olanlaradır.

MUHARREM ORUCUNUN YASAKLARI

Muharrem orucunun veya muharrem ayının en büyük problemi budur desek yanlış söylememiş oluruz. Çünkü, Alevi İslam anlayışında her şey yerli yerine oturtulamadığı için, merkezi bir otorite oluşturulamadığı için, ister istemez yöresellikler/ farlılıklar olması kaçınılmazdır. Kur'an, “Dini zorlaştırmayın, kolaylaştırın” demesine rağmen muharrem ayı gelince kelimenin tam anlamıyla zorlaştırılması için elden gelen her şey yapılmış veya yaptırılmıştır. O kadar çok yasaklarla karşılaşırsınız ki adete yasaklar bombardımanına tutulursunuz. Birileri bu orucun tutulmaması için her şeyi yapmıştır.

Oysa Kur’an; Zora sürmek, sıkıştırmak, bunaltmak için indirilmedi[4]

Oruç, daha önce de belirttiğimiz gibi istek ve aşkla tutulmalıdır. Tüm uydurma merasimler, yapay şartlara bağlanmamalıdır.

Çünkü; Alevi İslam inancı şekilciliğin adı değil, özü kabullenmenin adıdır. Muharrem ayın da öz yok edilmiş, şekilcilik ön plana çıkarılmıştır. Domates, patlıcan, soğan, patates, elma, portakal v.s. kesmek yasak. Niçin? Bizim köyde öyle yapıyorlardı. Bu yasakların kaynağı nedir? Diye sorulduğunda da; İşte o meçhul dur. Tasavvuf, aklın ve ilmin adı ise o zaman sormak isterim: Bir Alevi memur, tıraş olmadan, banyo yapmadan nasıl işine gidecektir? Bir subay bu şartları yerine getirmeden nasıl görevini yapacaktır? Önünde iki seçenek vardır; İşinden istifa edecek veya orucu tutmayacak. Hangisini yapmak istersiniz?

Dün köylerimizde bunu uygulayabilirdik ama şimdi köyde değiliz ki! Diğer bir soruda: On iki gün boyunca su veya sulu gıdalar hiç almadan orucumuza devam edersek, insan vücudunda tahribatlara yol açmaz mı? Amaç, sağlıklı insanı bu koşullarda oruca sürükleyip hasta etmek mi yoksa sağlığını koruyarak mı orucunu tutmalıdır? Hangisi?

Allah insanlara zulüm etmeyi sevmez. Zulüm nefsimizdendir. Öyleyse vücudumuza zulüm etmeden sağlıklı başlayıp sağlıklı orucumuzu bitirmeliyiz. Aklımızla, ruhumuzla bu orucu yaşamalıyız. Tutulur olabilmesi için bu kadar mesnetsiz yasaklardan kaçınmalıyız.

Öyleyse muharrem ayında neler yapmamalıyız?

Muharrem ayın da eğlence yapılmaz; kan akıtılmaz, kurban kesilmez, can incitilmez, düğün, nişan, sünnet ve benzeri eğlenceler yapılmaz. Et yenilmez, su içilmez, eğlence yerlerine gidilmez. Et niçin yenilmez? Kan akıtılmaması için yenilmez. Su içilmemekle de Kerbela da Hz. Hüseyin ve sevenlerinin çektikleri sıkıntıları, susuzluğu hissetmektir. Ruhumuzda yaşatmaktır. İmam Hüseyin’in ve diğer Kerbela şehitlerinin çektikleri acıyı ve zulmü beynimiz de, kalbimizde ve yüreğimizde hissetmektir. Onlar gibi yaşayıp, onlar gibi inanıp, onlar gibi yaşamımızı pak etmeliyiz.

Zalimlerden yana değil, mazlumlardan yana olmanın değerini ve faziletini bilmeliyiz.

Ahlaklı yaşayıp, kul hakkı yemeden, onurlu yaşamanın erdem olduğunu bilmeliyiz. Yarın ulu divana yani onların karşısına alnı açık, yüzü ak olarak çıkmalıyız.

Çünkü Kur’an; “İmamlarınızla birlikte sorgu-sual edileceksiniz” diye buyuruyor.  

Muharrem orucunu tutmadan, matemini yaşamadan hangi yüzle onlardan şefaat dileyebiliriz ki!

Muharrem ayı içerisindeki haleti ruhiyatımız matem içinde olmalıdır. Bizlere hoş gelecek nefsimizin istediği her şeyden uzak olmamız gerekir.

Kısaca, Orucumuzu tutacağız, matemimizi yaşayacağız. Ama On iki gün boyunca yıkanmadan, tıraş olmadan, elbise değiştirmeden değil, bunları yaparak ama matemde olduğumuzu hiç unutmadan tertemizce yaşayacağız. Allah hiç pisliği sever mi?

Sulu gıdalar alarak, su mümkün olduğunca içmeyerek, çayınızı ve diğer içecekleri içerek ama zevkini yapmadan ihtiyacımız kadar susuzluğumuzu giderip orucumuzu tutacağız ve matemimizi yaşayacağız.

Ulular ulusu yüce Allah sırrı Kerbela’nın hakkı için oruçlarımızı ve matemimizi kabul eyler inşallah.

[4] Taha Suresi, ayet 2