Kurban Bayramı / 06 Temmuz 2022, Çarşamba

Gel ey gönül zikredelim Hüda’yı
Hakk katında, gönül evinde
Umalım Hüda’dan lütfu edayı
Bayram sabahında, bayram gününde.

Halil İsmail’in kolun bağladı
Annesi de ciğerini dağladı
Cümle peygamberler hep kan ağladı
Bayram sabahında, bayram gününde.

O zaman Hüda’dan bir ihsan oldu
Arafat dağında koç kurban oldu
Anda cümle cihan şaduman oldu
Bayram sabahında, bayram gününde.

Âşıklar mey ile muhabbet eyler
Hakk’ı seven canlar ibadet eyler
Adettir dost dostu ziyaret eyler
Bayram sabahında, bayram gününde.

Daimi her mührün kalbe basılır
Mescidü’l-Kâbe’ye kandil asılır
Kurbanlar tığlanır, koçlar kesilir
Bayram sabahında, bayram gününde.

         Sevgili canlar! Hepinize aşk-ı niyaz ediyorum. Bir Kurban Bayramı ceminde yine bir aradayız. Değerli canlar! Bu bayram, Müslümanların dinî bayramlarından birisidir. Böyle mübarek ve kutsal günlerde insanlar, birbirlerine daha fazla yaklaşırlar, dargınlar, küskün olanlar barışır, araya sevgi muhabbet girer. Böyle güzel ve mübarek günler, insanları bir araya getirmeye vesile olan günlerdir. İnsanlar böyle mübarek günlerde, bir araya gelip cem olup kucaklaşmalı, tüm küskünlükler ve kırgınlıklar bir yana bırakılmalıdır.
Yüce Yaratan Kur’an’da: “Şu bir gerçektir ki müminler sadece kardeştir. O hâlde kardeşleriniz arasında barışı sağlayın ve Allah’tan sakının ki, size merhamet edebilsin” diyor.

         Bizlerde döktüğümüz varsa doldurmalıyız, ağlattıklarımız varsa güldürmeliyiz, yıktıklarımız varsa onarmalıyız, incittiğimiz canlar varsa, bu gibi kimselerin gönlünü almalıyız. Bu bağlamda Yunus Emre Hazretleri şöyle sesleniyor:
İster bin kez namaz kıl ister bin kez hacca git.
Eğer bir kez gönül kırdın isen, var git yollar doku” diyerek insan gönlünün ne denli önemli olduğunu anlatmak istemiştir.
Değerli Canlar! Bu gibi mübarek günler, ulusal Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi tüm ulusça kucaklaşarak, büyük önder Atatürk’ün istediği muasır medeniyetler seviyesine yükselmiş, kalkınmış ve çağdaş ülkeler arasında yerini almış bir ülke olmamız için el ele vermemiz gereken günler olmalıdır.

 

       Yine bu mübarek günlerin hürmeti hakkı için Yüce Tanrı, tüm insanlık âlemine mutlu, huzurlu, savaşsız ve barış içerisinde yaşamayı nasip ve müyesser eylesin.                                                                                                            Değerli canlar! Bu gibi mübarek günlerde, büyüklerimizi ziyaretine gidip onların ellerini öpüp, hayır dualarını almak en güzel bayram hediyesidir. Anne ve babalarımızın kadrini, kıymetini bilmeliyiz. Çünkü Yüce Allah, anne-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara ve çaresizlere yardımda bulunmayı farz kılmıştır. Anne ve babalarımız için Kur’an’da: Onlardan birisi yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına gelirse sakın onlara “öf” bile deme; onları azarlama, onlara tatlı-iltifatlı söz söyle buyuruyor.
Bu gibi günlerde bu âlemden ahirete intikal etmiş yakınlarımızın kabirlerini ziyaret edip onların ruhları için “DUA” etmeliyiz, hasta kimseleri ziyaret edip onların hatırlarını sorup gerekirse yardımda bulunmalıyız, bir gün bizlerin de bu gibi kimselerin yerinde olabileceğimizi düşünerek Cenab-ı Allah’a şükretmeliyiz.

         Sevgili canlar! Yaşlıları ziyaret edip gençliğimizin, hastaları ziyaret edip sağlığımızın, mezarları ziyaret edip hayatta oluşumuzun değerini anlayıp Cenab-ı Allah’a şükretmeliyiz. Çünkü insan aç olmadıkça açın, hasta olmadıkça hastanın, yaşlı olmadıkça yaşlı kimsenin halinden anlayamaz. Görülüyor ki Yüce Tanrı, bir anlamda insanlık âlemine, anne-babaya, eşine, aşına, işine ve çevresine karşı vicdanî bir sorumluluk yüklemiştir.
Değeri canlar! Buraya kadar yaptığımız değerlendirmelere baktığımız zaman, dinî bir bayram olan Kurban Bayramı, insanlık âleminin pek çok yönünü gözlerimizin önüne sermektedir. Maddi, manevi ve sosyal yönlerinin yanında en önemlisi de cem olup birbirimizi sevmeyi, saymayı ve insanlık âlemine yararlı birer birey olmamızı sağlamış olmasıdır.

      “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” diyen Yunus Emre, “Tüm yaratılanı severim Yaratan’dan ötürü” diyor. Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli Hazretleri de: “Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız” diyerek insana ne denli önemli olduğunu anlatmak istemiştir. İşte bizler de birer insan olarak insancıl düşüncelerden uzaklaşmadan birbirimizi sevelim ve kucaklayalım canlar!... Bir ozanımızın dediği gibi:

İnsanı Hakk bilip sevmeyen
Bir gönüle girip mihman olmayan
Verdiği ikrara sadık kalmayan
Gece gündüz secde etse nafile
 
       Yüce Allah, şu Kur’an ayetlerinde: Biz insanı, gerçekten en güzel bir biçimde yarattık. Sonra da onu aşağıların aşağısına indirdik diyor. Bir başka ayette de Biz, hakikatten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Kendilerine güzel güzel rızıklar verdik, yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık” diyor.
Kur’an ayetlerinde görüldüğü gibi Yüce Allah insanı, en güzel bir biçimde, şan ve şeref sahibi ayrıca yarattıklarının birçoğundan da üstün kılmıştır. Ancak bizler, Yüce Allah’ın insana vermiş olduğu bu güzel erdemleri, gereği gibi değerlendirip, yaşamımıza geçirip, değerini anlayamazsak o vakit de “aşağıların aşağısı” denilen esfel-i safilin mertebesine düşeriz.

       Kur’an’da Yüce Allah için: “O, her an yeni bir oluştadır” buyuruyor. O, Yüce Yaratan, bu ayet gereğince devrana girip her varlıkta, her nesnede görünür ve yeni yeni bedenlerle tüm varlıklarda her türlü mutluluğu, her türlü sevgiyi bizzat yaşar. En büyük visale, yani mutluluğa ise insanda, insan gönlünde ulaşır.
Yunus Emre Hazretleri bir şiirinde, “Gel dosta gidelim gönül” diyor. Yunus’un dosta gidelim dediği “gönül”, Yüce Allah’ın meleklere: “Onu amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp öz ruhumdan üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın” dediği “ruh, gönül veya can” dır.

Bu hususta Yunus Emre de:
“Ben gelmedim dava için
Benim işim sevgi için
Hakk’ın evi gönül evi

       Gönüller yapmaya geldim” diyerek, gönül yapmanın ne denli önemli olduğunu anlatmak istemiştir.
Hz. Mevlâna Hazretleri de: “Aşk ve sevgi insanını, güneş ve rahmet insanına” benzetir. Çünkü güneş, hiç ayırım yapmadan tüm âlemi aydınlatır, ısıtır ve ona hayat verir. Aşk ve sevgi insanı da aynı güneş gibi feyziyle, ilmiyle etrafına ışık saçar.
       Evet, sevgili canlar! Bugün Kurban Bayramı’dır. Kutlayacağımız bu mübarek Kurban Bayramı nedir? Kurban kesmek nereden kalmıştır? Kısaca bu konulara değinmek istiyorum. Kurban “kurb” kökünden türetilmiş bir kelimedir ve “yakınlaşma” anlamına gelir. Yakınlaşma ve Allah’a yakın olma” anlamındadır. Yüce Allah, Kur’an’da: “Sizin kestiğiniz kurbanların ne eti ne de kanı Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan sadece sizin takvanızdır” diyor.
         Hz. İbrahim, çok tanrı inancını kabul etmemiş, İnsanlığa Allah’ın tekliğini anlatmış tevhit dinini” sistemleştirmiştir. Kur’an: “Peygamberler ve semavî dinler arasında bir ayırım yapmaz, ilk din ne ise son din de odur. Peygamberlerin görevleri ise, İbrahim Peygamber’in getirdiği tevhit, yani Hanif Dini’ni, tebliğ etmek ve açıklamaktır” buyuruyor. Kurban kesmek, bir dinî inanışın sonucudur ve İbrahim Peygamber’den kalmıştır, Din ve dinî inanış nedir? Din deyince neyi anlıyoruz?

         Din, insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. İlk insanla beraber ortaya çıkmış, tarihin her döneminde varlığını ve etkisini devam ettirmiştir. Âdem Peygamber ile başlamış olan bu din kavramı, Allah tarafından konulmuş olan, peygamberler aracılığı ile insanlara ulaştırılan bir kurallar bütünüdür. Akıl ve irade sahibi kimseler, kendi arzu ve tercihleriyle buna uyduklarında, dünya ve ahirette kurtuluş ve mutluluğa ulaşırlar.                                                       Özetleyecek olursak din; içerisinde inanç, ibadet ve ahlâk kurallarının yer aldığı bir sistemdir. Bu sistem, onu kabul eden fert ve toplumları derinden etkileyerek, onların hayatına yön ve düzen verir. Din bağı yoluyla ortak amaç ve hedeflere yönelmiş olan inananlar, bir “cemaat” oluştururlar. Bu tanımı incelediğimizde, ilâhî olan gerçek bir dinin, hangi özellikleri içerdiğini anlamış oluruz.
 

       Yüce Allah Kur’an’da, “Allah’tan korkun O’na varmaya vesile arayın” diyor. Vesile, bizleri Allah’a ulaştıracak olan imkânlardır. Bunların içerisinde de tüm dinî inanışlar ve kurban gelir.                                                                                 Kur’an, Allah’a inanıp temiz amel kazananların inancı ne olursa olsun güzellikle, yani cennetle müjdeleniyor.
Kurban, Allah’ın rızasını kazanmak için kendisine özgü şartlar yerine getirilerek kesilen hayvanlardır. Kurban olarak kesilecek hayvanların, sığır ise yani büyük baş hayvan ise “iki yaşını”, koyun veya küçükbaş hayvan ise, “bir” yaşını doldurmuş olmaları gerekmektedir.                                                                            Ayrıca kesilecek bu hayvanların, gebe olmamaları gerekmektedir. Eğer bir hayvan, karnında yavrusu ile kesilecek olursa bu hem çok günahtır hem de hayvan neslinin azalmasına yol açmış olunur. Diğer bir husus da kesilecek hayvanlar sakat, kör ve hastalıklı olmamalıdır.
Kurbanlara kesilmeden önce bir miktar tuz ve su verilir, gözleri bir mendil ile örtülür. Kesmeden önce üçayağı bağlanır, bir ayağı serbest bırakılır. Kurbanı kesecek olan kimse bu işin ehli olmalı, hayvana eziyet etmemeli, kesmeden önce kurbanın başını kıble yönüne çevirip kurban sahibinden vekâlet alıp tekbir getirmelidir:

Değerli canlar! Şunu unutmayalım ki, bir yoksulun, bir hastanın ve bir çaresizin derdine çare olmak, “kurban kesmek” kadar sevaptır ve Allah’ın rızası içindir. Kesilen kurbanlar mutlaka fakire, yetime, çaresize verilmeli ve dağıtılmalıdır. Eğer bir kurban kesilip kavurma yapılarak kendi evinde yeniyorsa, bunun adı kurban değildir. Kurban Allah rızası için kesilmeli ve paylaşılmalıdır. Yine Kur’an’da: “Kestiğiniz kurbanlar, Hakk katına yükselmez, sadece yoksulu doyurduğunuz için Allah’ın gönlüne hoşnutluk gelir” diyor. Sevgili Peygamberimiz de: “Komşunuz aç iken, siz tok olamazsınız” diye buyurmuştur. Alevi-Bektaşi inancına göre, yapılacak olan kurban ibadetinin adı “zekât” değil, paylaşmaktır. Paylaşmak ise, mutluluğun diğer adıdır.

         Hazret-i Ali Efendimiz, Hz. Fatıma Annemiz ve hizmetlisi Fıdda, üç gün boyunca lokmalarını bir gün fakire, bir gün yetime ve bir gün esire vererek oruçlarını su ve tuzla açmışlar, böylece lokmalarını paylaşmasını bilmişlerdir. Bu anlamlı hareket üzerine Hz. Ali Efendimiz ’in şanına indiği bilinen “El-eta” Suresi nazil olmuştur. Yüce Allah, bizlere de onların yolundan gitmeyi ve onların halleriyle hâllenmeyi nasip ve müessir eylesin.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığım kurbanın sosyal ve “zahirî” anlamıdır. Alevi-Bektaşi inancına göre buna “kanlı kurban” denir. Fakat bizi Allah’a yaklaştıracak olan asıl kurban içsel anlamda ki kansız kurbandır, yani insanın kendi özüdür, tüm hayvani fiillerimizi kesmektir. İçsel anlamda kurbanı kesmekten maksat kini, kibiri, nefreti, fesatı, benliği ve şehveti kesmek, yok etmek anlamındadır. Kısacası:

Nefretini kes. Sevgiye kurban olsun…
Kötü sözü kes. Güzel söze kurban olsun…
Kötülükleri kes. Güzelliklere kurban olsun…

Küskünlükleri bitir. Barışa kurban olsun…
Koçu kes. İsmail’e kurban olsun…
Atamamışsan kinini, nefretini içinden…
İçindeki kötülüklere kurban olursun…

         Alevi-Bektaşi inancında ikrar, yani nasip alıp Hakk, Muhammed, Ali yoluna giren canlar, rehber tarafından boynuna tığ-bend takılarak; “Koç-kuzu kurbanımız var” diyerek, Pir’in huzuruna getirilir, işte gerçek kurban budur. Hür iradesiyle, kendi rızasıyla Pir’in, halkın ve Hakk’ın huzurunda ikrar veren bu canlar, yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi, kendi özlerini, yani tüm nefsanî duygularını kurban etmiş olurlar ve biz buna kansız kurban diyoruz… Kurban kesmek, Hz. İbrahim Peygamber’den kalmıştır. Hz. İbrahim, gördüğü rüyanın etkisinde kalarak oğlu İsmail’i kurban etmek üzere Yüce Allah’a söz vermiştir. Bu olay Hz. İbrahim’in kendi varlığını, Allah varlığında yok etmesi anlamındadır, yani “Bekâbillâh Makamına” yükselmektir. Hakk ile Hakk olmaktır.
        Kur’an’da kurban olayı şöyle anlatılır, İbrahim Peygamber: “Rabbim, bana barış ve iyilik sevenlerden birini lütfet.” Bunun üzerine biz İbrahim’e yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik. Çocuk onunla birlikte koşacak yaşa gelince İbrahim dedi: “Yavrucuğum! Uykuda seni kestiğimi görüyorum. Bak bakalım sen ne görürsün? İsmail: “Babacığım, emir olunduğun şeyi yap! İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. Böylece ikisi de teslim olup İbrahim, onu alnı üzerine yatırınca biz şöyle seslendik: “Ey İbrahim! Sen rüyayı gerçekleştirdin. İşte biz, güzel düşünüp güzel davrananları böyle ödüllendiririz. Bu, hiç kuşkusuz apaçık imtihanın ta kendisiydi ve ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik. Sonra gelenler için de onu hatırlatan bir şey bıraktık. Selâm olsun İbrahim’e. Böyle ödüllendiririz biz, güzellik sergileyenleri. O da bizim inanan kullarımızdandı. Biz ona hayrı ve barışı sevenlerden bir peygamber olan İshak’ı müjdeledik.”

        Sevgili canlar! Burada şunu görüyoruz: Hz. İbrahim, rüyasında gördüğü bu olayı, bir ilâhî emir olarak kabul ediyor ve oğluna bildiriyor. Oğlu da hiç tereddüt göstermeden ilâhî emri kabul ediyor. Görüldüğü gibi hem Hz. İbrahim hem de oğlu İsmail, hiç tereddüt etmeden “teslimiyet” göstererek bu ilâhî emre uyuyorlar ve böylece imtihanı başarı ile vermiş oluyorlar.
Yukarıda vermiş olduğum Kur’an ayetleri içerisinde, yani Saffat sûresi 108. ayette: “Sonra gelenler için de onu hatırlatan bir şey bıraktık” deniyor. Bizler de geçmişe baktığımızda şunu görüyoruz: Tüm peygamberler adına “Hz. Yahya Peygamber” şehit edilmiş, tüm veliler adına da “Hz. İmam Hüseyin” şehit edilmiştir.

        Görüldüğü gibi her ikisinin de akıbeti aynı olmuştur. Yahya Peygamber, o devrin zalim kralı “Hirodes” tarafından başı kestirilmek suretiyle şehit edilmiştir. İmam Hüseyin’de yine devrin zalim hükümdarı “Yezid” tarafından, mübarek başı kesilerek şehit edilmiştir.
Bilindiği gibi her iki kurban da Hz. İbrahim’in soyundan ve onun “Hanif Dini’nin” temsilciğini yapan kimselerin evlâtlarıdır. Her ikisi de dünya saltanatı ve zalimleri önünde eğilmediler, taşıdıkları asil kanlarını Allah yolunda akıtarak, zalimin önünde aman dilemeyerek gelecek nesillere birer ibret dersi verdiler. Çünkü Hz. İmam Hüseyin, Elest-i Bezmi’nde, yani ruhlar âleminde iken kurban olmayı kabul etmiş ve tanrı önünde verdiği sözünden geriye dönmeyerek “ahdini” yerine getirmiş ve böylece Hakk’ın rızasını kazanmıştır.

        Hz. İmam Hüseyin, bu asil davranışı ile dedesi Muhammed Mustafa’nın ve babası Aliyye’l-Murteza’nın yakmış oldukları meşalenin günümüze kadar hiç sönmeden gelmesini sağlamıştır. Kerbela olayı, bir hilâfet meselesi gibi görünse de Kerbela olayı, aslında hayrın ve şerrin kavgasıdır, yani mazlumla zalimin kavgasıdır. İşte kurban denildiğinde bizler, Hz. Yahya’yı ve Hz. İmam Hüseyin’i hatırlayacağız ve İslâm’ın bu mübarek kurbanlarını hiç unutmayacağız.

      Değerli canlar! Bugün Kurban Bayramının birinci günüdür. Bugünden itibaren 20 gün sonra Muharrem ayı giriyor. Uzun uzun anlatmaya çalıştığımız “İslam’ın gerçek kurbanlarından “Hz. İmam Hüseyin’in ve onunla birlikte şahadete erenlerin, matemlerin, yani yaslarının tutulmaya başlanacağı gündür. Her yıl olduğu gibi yine İmam Hüseyin ve onunla birlikte Kerbela meydanında şehit edilen yetmiş iki şühedanın aziz ruhları için oruç ve matem tutacağız.
Tüm Ehl-i Beyt dostları için çok önemli olan bu Mah-ı Muharrem gününü bu vesileyle şimdiden duyurmuş oluyoruz sevgili canlar.

NOT:  Madımak 29 yıldır sönmeyen ateşin adıdır,

           Nice acıların nice katliamların en gencidir madımak,

           Yobaz karanlığında yanan en aydınlık yüzdür.

 Tüm İnanç Önderlerimizden Cem Sohbetinde "2 Temmuz 1993 Sivas Katliamına" değinmesini önemle rica ederiz.

 

ALEVİ İSLAM İNANÇ HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI

Ayrıntılı Bilgi İçin; Alevi İslam İnanç Hizmetleri Sayfasını Takip Ediniz  https://www.aleviislaminanchizmetleri.org/