Makalât-ı Hünkâr Hacı Bektaş Veli’den / 15 Aralık 2017, Cuma

İnsan 5 türlüdür:

 

  1. İkram sahibi olanlar,
  2.  
  3. Cömert olanlar,
  4.  
  5. Cimri olanlar
  6.  
  7. Düşük olanlar,
  8.  
  9. Hayvan huylu olan insanlar.

      

İkram sahibi olan, kendi yemez, onu bahşeder; cömert olan, kendi de yer bağışlar da; cimri, kimseye vermez, kendi yer, gözü de dışarıdadır; düşük insanlar, kendi de yemez birine bağışlamaz da; hayvan huylu olanlar, yemez, bağışlamaz, başkalarını da iyiliklerden men eder. Arifin gözü Tanrı’ya bakar; zahidin gözü kendi ameline bakar. Zahid derki: “Ben neler yaparım!” arif der ki: “Tanrı ne İster!” Arif, kendini unutmuştur; hatta kendi benliği kalmamıştır ve Hakk’ta yok olmuştur.

 

Arifin gamı (uğraşı) piridir.

Zahidin gamı (uğraşı) kendisidir.

 

En büyük mucize nebiler ve velilerin sözleridir. Çünkü mucize ve kerametler zahir yönünden sihir ve simyaya (gizli ilim) benzer. Her ne kadar ki manada onlardan uzaktır. Büyücüler mucize türü işleri zahir yönünden çok yaparlar ve öylece “evliyaların özü ve kerametleridir” Falcılar ve büyücüler derler fakat sözde bunların hiç biri giremez.

İki talep vardır. Pir’in yolunda sordular ki “yolun bir sonu var mıdır?”

Buyurdular ki “yolun sonu vardır ama menzilin sonu yoktur; çünkü iki seyir vardır: biri “Tanrı’ya dek” diğeri; “Tanrı’nın içinde” O ki Tanrı’ya dektir sonu vardır ki dünyadan ve kendinden geçmektir, bunların hepsinin sonu vardır. İlla o zaman ki Hakk’a vardın, ondan sonra seyir Tanrı’nın sırları ve marifeti dünyasındadır ki onun sonu yoktur.

Bil ki Tanrı’nın Aynası dörttür. Ki dört harf ona işaret etmektedir ve o dört seviye ki gönül, akıl, ruh ve nefistir. Ve Dört Melek bu seviyelerin sonucudur. Örneğin Cebrail’in kalıbıdır ki o kabiliyettir, ilmin yeridir ve ilim gönül yoluyla elde edilir. O zaman isim olarak, çok sayıda adı olur. İster ona gönül de ister Cebrail iki kelimede de kast edilen bir anlamdır ve akıl Mikail hakikat rızıklarının aracısıdır yani ilim ve marifet akıl ile elde edilir. Ruh İsrafil’in zarfıdır ki nesnelerin gerçeği onun elindedir ve o şekil Hakk’ın sıfatıdır ki insanın ruhunda yazılıdır. Nasıl ki yüce Tanrı buyurur:

“Kendi ruhumdan ona ruh üfürdüm” ki İsrafil’in vasfıdır ve nefis Azrail’in kalıbıdır ki O Hakk’ın üstünlüğüdür. Nasıl ki elçiler sultanı (hepsine ve bizim elçimize ve sülalesine ve yaranına esenlikler olsun) buyurur: “Ona ki Muhammed’in nefsi elindedir and olsun.” Ve yüce Tanrı buyurur: “Tanrı’nın eli onların ellerinin üstündedir.” Buradaki anlam üstünlüktür. Nasıl ki derler; “O kimse ellerin üstündedir.” Yani böyle demekle üstünlüğünü anlatırlar ki o Azrail’in vasfıdır ki ruhların alıcısıdır ve her nesneden onda bir ruh vardır. Nasıl ki doğal temellerden toprak Azrail’in yüzüdür ve su Mikail’in, hava İsrafil’in ve Ateş Cebrail’in.

Nasıl ki Hz. Resul (a.s) buyurur: “Her elçinin ümmeti içinde bir benzeri vardır ve ey Ali sen ümmetim içinde benim benzerimsin.” Akıl benzetmede Cebrail gibidir ve onun ahtı olan gaybı düşünmek ve ona bakmak düşüncede, tefekkürde, hayatın biçiminde ve günlük işlerden çıkmaya, Cebrail gibidir ve onu levhada anlamak.

Bir gün bir derviş sordu ki: “Hazreti Yunus (a.s) balığın karnında kırk gün kaldı himmeti ne idi ve insanın vücudunda ne vardı ki?” Yüce Tanrı buyurmuştur: “Çok yakında ayetlerimizi ufuklarda ve kendi vücutlarında onlara göstereceğiz. Hakikatte Yunus’tan maksat tendeki ruhtur ve balıktan maksat tendir ve denizden maksat tendeki nesnelerdir. O halde belli oldu ki yüce Tanrı insanın ruhunu cisimden önce yarattı. Ve istedi ki kendini açıklığa getirsin; özünü yarattı. Ve onu ilimden görünen hale getirdi ve sınırlı bir varlık olmaktan birlik haline getirdi ve kendi kemalini ve sıfatlarını ortaya koydu. Ruhlardan sonra Tanrı ateşi, rüzgârı ve toprağı yarattı ve dünyaya onun üzerinde düzen verdi. Ondan sonra bu dört unsuru yoğurdu. “Âdemin mayasını kırk gün kendi (kudret) elimle yoğurdum.”          O halde ey can bilin ki; Rabbü’l-âlemin (Âlemlerin Rabbi) Tanrı insanın kalıbını ateşten, rüzgârdan ve topraktan yarattı ve bunlara kırk aşama verdi. Şimdi ilk on aşama Nefs-i Emare’de hasıl olur ve nefis zalim padişahtır ve her hareketi şerdir (kötülüktür). Nasıl ki Yüce Kuran’da gelmiştir “Ben nefsimi arı saymıyorum çünkü nefis kötülüğe emredendir meğerki Rabbim korusa.” (Yusuf suresi 22) Çünkü nefsin ateşle ilgisi var ve ateş sıcak ve kurudur. Ve o on seviye ki emareden oluşurlar, şunlardır: “Cehalettir, Sinirlenmek (kızgınlık), Cimrilik ve Buğz, Kahir, Kin, Kibir, Kıskançlık, İnkâr, İki yüzlülük (nifak).” Ve bu on huy Nefs-i Emare’ye özeldir, bunlardan arınmak gerek. Arınmak ne ile olur? Nefse hâkim olmakla olur. Pire varıp irşat olmak ve dosdoğru olan Hakk yola sıtk-ı sadakatle varmakla olur. Ve bu da bir üst mertebeye ermekle olur. Bu makam Nefs-i Levvame’dir; bunu aşmak için ise şu on huyu bilmek ve kat etmek gerek. Bu on huy bunlardır: “züht, takva (sakınma) vara ve cümle (kötülükten çekinme) kulluk, hakkı ödeme, nefsi koruma, dostu görme duygusu, Hakk imanına uymak ve Hakk yolunda mücadele etmek olmalıdır. Yüce Allah “Levvame”nin hakkında buyurur: “Ant içmem kalkış gününe ve ant içmem Levvame (Uyaran) nefsine!” (Kıyamet 23) Nefsi Levvame rüzgâr gibidir ki, rüzgâr soğuk ve kurudur. Mürşitler buyurur ki: “Bu nefis hem iyilik yapan hem de kötülük yapandır.” Arifler ise suya benzetmişler. Nasıl ki Kuran’dan beyan eder: “O zaman ilham etti ona, iyilik ve kötülüğü, uysallığı ve isyanı.” (Şems 8). Ve öylece soğuk ve nemlidir. Bu aşamayı kat eden talip derviş can ise, üçüncü evrede olan Nefs-i Mülhime evresine ulaşır. Ve bunların tamamı da on huydan ibarettir ki şunlardır: “akıl, hikmet, bilim, vahiy, ilham, hayır, boş olmayan söz, fazilet, cömertlik, ihsan (iyilik)” Ve bu on aşama Mülhimenindir. Asıl erdemlilik bunların tamamını kendinden bilip bu huylarla huylanmak ve daha güzeline erişmeyi hedefleyip bulmaktır. Bunu böyle anlatmaktadır Yüce Tanrı’nın sözü: “Ey güvende olan nefis (beni anarak güven duyan, nimet zamanında şükür eden ve mihnet zamanında sabır eden kalıbından) seni yetiştirene dön o halde ki sen halinden razısın ve senden de o razıdır. Kullarımın arasına gir ve mutluluk yuvama gir” (Fecr 25). Mutluluk yuvasından (cennetten) kast edilen, bana yakın olanlar ve has kullarımla görüşmektir. O zaman her kim ki bu huyun sahibi olur, Hakk’ın emri olmadan asla hareket etmez ve mürşid-i kamiller onu Âdem’e benzetmişler ki yüce Tanrı şöyle buyurur: “O bütün isimleri Âdem’e öğretti” (Bakara 31) Onun kalbinde bir ilim oluşturdu isimleri kapsayan başlangıç yoluyla. Ve bu nebiler ve velilerin zatıdır çünkü ezeli ve ebedi kelimeler topraktan meydana gelir ve toprak soğuk ve kurudur.

 

Toprak ol toprak ki gül bitsin,

Çünkü Ancak toprak’tır Mazharı küll

 

Ey can toprak olmak, topraktan gül bitirmek yani o mertebeye ermek içinde Nefs-i Mülhime’yi aşmak gerek. İlkokul çağına eren bir çocuk nasıl başladığı yerde durmayıp, ortaokulu, lise ve üniversiteyi okuyup hayata atılıyorsa, insan da evresini tamamlamak ve mabuduna kavuşmak yani, halka hizmet ederek Hakk’a ulaşıp vahdet-i vücut olup saf ve temiz olarak aldığı emanetini sahibine teslim etmesi için bir üst makama geçmesi gerekir.

“Mutmain” olmak ve öylece bir on marifet daha kat edip Tanrısal olgunlukların evresini yani yukarıda anlattığımız mertebeyi bulmak. Ve bu on aşama şunlardır ki: “fakr ve sabır, adalet ve insaf, ilim ve rıza, tahkik ve yakın, aht ve vefa” Söylenen bu on aşama topraktan oluşur. Ve toprakta bir gizem vardır. Hz. Ali’nin bir ismi “Ebu Turap”tır. Ve bu seviyeler bütün Evliyaullah ve Şüheda Ermiş İmamlarda oluşmaktadır ve her yolcu bu yüce seviyelere ve değerli makamlara ulaşır, velayet makamına kavuşur. Hazreti Hünkâr buyurur ki: “Velayet ve Nübüvvet hakikat dünyasında birdir.” Ve Hazreti Muhammed buyurdu: “Ben içinizde iki bölünmez emanet bırakıyorum: biri benim Ehl-i Beyt’im ve onunla bir bütün olan Kur’an-ı Kerim’imdir” dedi. O halde eğer istiyorsanız ki hak yolunda sağlıklı kalasınız, Nebiler Sultanı’na, Ehl-i Beyt’ine ve Kuran’ına tutunun. Nasıl ki hamd edilmiş kitapta onun rehberi buyurmuştur: “O halde gerçekten kopmak bilmeyen tutanağa tutunmuştur; O kopmayacaktır. Tanrı duyan, bilendir.”(Bakara 256) “Bil ki yüce Tanrı göklerde ve yerde her ne yaratmıştır onun benzerini senin vücudunda yaratmıştır. O, gökte arşı yarattı; senin özünde de himmeti ki binlerce kat ondan büyüktür. Göklerde cennet yarattı ve senin bedeninde gönül yarattı ki binlerce kat cennetten güzeldir. Çünkü cennet şehvetin yeridir ve gönül marifetin yeridir ve cennetin haznedarı Rıdvan’dır ve senin gönlünün haznedarı ise Rahman’dır. Ve yerde cehennem yarattı ve senin teninde şehvet yarattı ve heves yarattı ki heves, “haviye”ye benzer ki orada bedenin ateşi yakıcıdır ve burada dinin ateşi yakmaktadır. Ve gökte ay yarattı ve senin teninde akıl, ay çoğaltır ve azaltır, bil ki akıl da öyledir. Gökte güneş yarattı; senin gönlünde marifet yarattı. Güneş cümle evreni aydınlatır ışık verir; senin marifetin ise, arşı ve kürsü aydınlatır. Ve âlemde denizler yarattı ve senin içinde sırlar yarattı. Ve dedi ki: “Kendi içinizde de görmüyor musunuz?” (Zariyat 21) Yani aradığınız kendi içinizdedir, ama ne fayda ki göremiyorsunuz ve bilemiyorsunuz.

Ey yüce Tanrım! Rahman sıfatın hakkına yalvarıyoruz. Bizleri Mutmain sıfatına eren kulların arasına dâhil eyle ve bizi zalimlerin şerrinden emin ve muhafaza eyle. Ve deriz ki: Ey Rabbimiz! İnsanlık âlemini de bu zalim ve bağnaz güruhtan uzak eyle.

Gerçeğe hü…

Ayrıntılı Bilgi İçin; Alevi İslam Din Hizmetleri Sayfasını Takip Ediniz  http://www.aleviislamdinhizmetleri.com/